Title of a News Article

İdlip'te neler oluyor...

İdlip'te neler oluyor...
banner206

Habertürk'ten Çetiner Çetin'in haberine göre İdlib’de kirli bir oyun sergileniyor. Sahadaki bilindik aktörlerin dışında Suudi Arabistan yönetimi, bölgedeki radikal gruplar ve Suriye rejimini Türkiye’ye karşı kışkırtıyor.

Nisan ayında başlayan İdlib taarruzu öncesinde Birleşmiş Milletler'in (BM) verdiği bilgilere göre yaklaşık 300 bin insan kaçmak zorunda kaldı. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi'nin verilerine göre 340’tan fazla sivil hayatını kaybetti. UNICEF’e göre bunların 130’u çocuktu. BM İdlib taarruzunun devam etmesi durumunda 21’inci yüzyılın en büyük insani felaketiyle karşı karşıya kalınacağını söylüyor.

Moskova ve Şam tüm İdlib halkına terör şüphesiyle yaklaşıyor. Bölge halkı büyük bir ikilemle karşı karşıya, zira ılımlı olmalarına ve cihatçı ideolojiyi savunmamalarına rağmen kendilerini rejimin ordusundan koruyabilmek için mevcut şartlarda bu örgüte muhtaçlar.

Beşar Esad, İdlib’de Humus, Halep ve Doğu Guta’yı geri alırken izlediği stratejiyi izliyor: Ordusu muhalifleri tek bir bölgede kuşatıyor, Rus hava gücüyle koordinasyon kuruyor, radikalizmle mücadele bahanesiyle ateşkesi açıkça ihlal ederek sivillere saldırıyor, sonra da toprakları muhaliflerden aşamalı olarak geri alıyor. Ve tabii işin siyasi yönü kadar insani boyutu da önemli.

İdlib’in güneyindeki Kafranbel kasabasında yaşayan gazeteci arkadaşım ve Suriye’deki muhalif Radio Fresh’in ana haber spikeri Muhammed Alkasiem bölgedeki durumu şöyle özetliyor: “Yine yerleşim bölgelerine füzeler yağdı. O kadar korkunç ki hava saldırıları bir türlü son bulmuyor. 16 füze atıldı, 8 hava saldırısı gerçekleştirildi. Kasıtlı olarak hastane ve okulları yerle bir ettiler, suçsuz sivilleri öldürdüler.”

Şu an İdlib ile ilgili bilinmeyen tek şey, rejimin burayı geri almak için ne kadar zamana ihtiyaç duyduğu. Tabii bu gerçekleşene dek masum insanlar ölmeye devam edecek maalesef. Esad, İdlib savaşını kuzey koridorunun tamamını geri almak, böylece kendisi için kara delik haline dönüşen İdlib ile muhalifler üzerindeki üstünlüğünü açık bir şekilde ilan etmiş olacak.

Rusya, Hmeymim Üssü’ne yönelik tehditleri azaltmanın peşinde. İran ise İdlib savaşını Hizbullah'ın kuzeybatıdaki nüfuzunu güçlendirme fırsatı olarak görüyor. Güvenlik bürokrasisinde yer alan kaynağım bu husustaki en büyük endişeye Türkiye’nin sahip olduğunu hatırlatıyor. Zira İdlib’e saldırı, yüz binlerce mültecinin sınıra akın edeceğine, ayrıca Türkiye’nin bölgedeki siyasi üstünlüğüne zarar vereceğine dikkat çekiyor.

İdlib’deki çıkarlarını korumanın en etkili yolu Ankara’nın sahadaki silahlı gruplara değil Rusya’ya bakması ve Eylül 2018’deki gibi ateşkes için yeniden müzakere yolu araması. Üstelik Rusya’nın Astana görüşmeleri ve gelecekte Suriye’nin yeniden imarının yanı sıra S-400 alımının tamamlanması ve doğalgaz alımı bağlamında da Türkiye’ye ihtiyacı var. Bunlar da ateşkes için Türkiye’nin Rusya’ya karşı kullanabileceği kartlar.

Savaşan gruplara bakarsak, el-Nusra içindeki en radikal yapı artık Suudi Arabistan yönetimi ile doğrudan irtibatlı. Aynı Suudi yönetimi geçen aydan bu yana Şam rejimi ile de ilişkileri yeniden şekillendirmeye başladı. Öyle ki Şam rejimi bir yandan İran, bir yandan Rusya ve şaşırtıcı bir şekilde Arap birliği üyesi ülkelerle diyalog yollarını açık tutuyor. Ama aynı zamanda sahada genel konseptten ziyade mikro düzeyde iş birliği alanları da oluşturmuş durumda. İdlib de bunlardan biri. Suudi yönetimi artık Suriye sahasında doğrudan Türkiye karşıtlığı üzerinden siyaset geliştiriyor.

Nusra, İdlib’de Türk askeri birliklerinin yanı başında Suriye rejimi ile savaşarak Türk askerini hedef konumuna, hatta kendi cehennemine çekmeye çalışıyor. Aynı şekilde Suriye rejimi de özellikle Nusra ile aynı bölgelerde savaşıyor. TSK gözlem noktaları son bir hafta içerisinde art arda iki kez hedef oldu. Misli ile karşılık verildi ama sahada ilk kez rejim ile bu denli bir çatışma yaşanmış oldu.

Bu vakitten sonra karşı tarafın ortaya koyacağı oyunun aşamalarını öngörmek hiç de zor değil.

- İlk olarak rejim ile Nusra arasındaki çatışmalar şiddetlendikçe Türkiye’nin bölgedeki imajı sarsılacaktır. “İdlib’i kontrol edemeyen Türkiye, PKK/PYD kontrolündeki bölgeleri nasıl kontrol edecek?” imajı oluşturulacaktır.

- İdlib’te her fırsatta sınır hattında yerleşen iki milyonu aşkın mülteci tehdit unsuru haline dönüştürülecektir.

- Mülteci kartını kullanırken Suud ve BAE’nin finanse ettiği STK’lar ve uluslararası kamuoyu baskısı mutlaka kullanılacaktır.

- Türkiye 4.5 milyon Suriyeliye yıllardır ev sahipliği yapan ülke değil de İdlib mağdurlarına sınır kapısını açmayan, krizi derinleştiren ülke şeklinde itham edilebilir. Bu ithamlar uluslararası kamuoyunda asla karşılık bulamayacak olsa da sınırda bekleyen ve Türkiye’de yaşayan, savaşın uzamasından yorgun düşmüş Suriyeliler arasında Türkiye’ye yönelik haksız bir öfkeye neden olabilir.

- Zaten kırılgan dönemlerden geçilirken böyle bir senaryoda Türk vatandaşlarının da kontrol edilmesi güçleşebilir. Münferit vakalar üzerinden Türkiye’de yabancı düşmanlığı haberleri daha sık karşımıza çıkabilir.

- Devlet dışı aktörlerle ilişkiler açısından bakıldığındaysa, İran’ın Şii kuşağına karşı, Sünni kuşağı oluşturma gayreti içinde Suudi yönetiminin PKK/YPG desteğini sürdürmesine yönelik süreç devam edecektir.

Geldiğimiz an ve yer itibariyle bundan böyle Türkiye’nin iç siyaset, Suriye meselesi ve Ortadoğu politikaları özelinde daha hassas hesaplar yapması gerekecektir.

Öte yandan Suudi Veliaht Prensi Muhammed Bin Selman’ın İstanbul’da katledilen muhalif gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayetine yönelik, "Delili olanlar bunları mahkemeye sunarak adaletin tecelli etmesi için yardımcı olsunlar. Bu cinayeti siyasi amaçları ile suistimal edenler artık buna bir son vermelidir" şeklindeki açıklaması da yukarıda anlattıklarımıza paralel olarak Türkiye’ye açık bir mesaj ve duruş olarak okunmalı.

Güncelleme Tarihi: 18 Haziran 2019, 16:09
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER

banner195