Title of a News Article

KAHROLASI DEMOKRASİ

 KAHROLASI DEMOKRASİ

İbrahim Halil ŞEKER

 

Anayasa değişikliği nedeniyle bir ramazan ayını evet-hayır tartışmalarıyla, siyasetçilerin meydan atışmalarıyla ve heyecanla sonucu beklenen referandumla geçirdik. Bu süreçte gözümüze bir çok siyasetçi çarptı. Devletten, Anayasa’dan, Demokrasi’den çok bahsedildi.

Size göre siyasetçi, devlet, anayasa ve demokrasi ne anlamlara geliyor?

Siyaseti, devleti, yasayı ve demokrasiyi anlamak için insanlığın yaradılışından günümüze kadar olan süreci tahlil etmek gerekir. Yaradılış diyorum, varoluş akımını savunmuyorum. İster tanrılı, ister tanrısız varoluşçu felsefe ile yola çıktığınızda farklı, yaradılış felsefesi ile yola çıktığınızda ise daha farklı bir yere varırsınız. Bu, insanların inanışlarıyla ilgili dünya görüşünü belirleyen bir ölçüttür.

İnsanlık felsefesini anlamak, yönetimi ele almak, sevk ve idare etmek muhakkak derin bir bilgiyi ve muhakeme yeteneğini gerektirir. Siyaset adamı dediğiniz kişi bu bilinçle hareket edebilmeli. Demokrasi adına herkesin seçme seçilme hakkı diyerek cahil birini önünüze koyduğunuzda bitersiniz.

Siyasetin oldukça hareketli olduğu bugünlerde siyaset sahnesine çıkanlara bakıp, iyi ki bunların arasında değilim diye kendimizi avutmamız bir yana, insanlık felsefesine sahip olan kişilerin neden siyasette yer almadıklarını düşünmek ise ayrı bir yana. Bu konu tartışılmalı, ehil olan kişilerin siyasette yer alması toplum tarafından talep edilmelidir.

Devlet denen oluşumu anlamak, devletin ne demek olduğunu bilmek gerekiyor. Devletin ne olduğunu bildikten sonra layık olan kişi idarenin başına getirilir. Siyaset adamı dediğiniz kişi ister varoluşçu, ister yaradılışçı felsefeye inansın İbn-i Haldun’u, Hegel’i, Marks’ı, Platon’u, Sokrates’i, Atatürk’ü, Lenin’i, Hitler’i, Nietzsche’yi, Descartes’i anlamış olmalıdır. İyilik, bilgelik ve dürüstlük bir siyasetçide olması gereken hasletlerdir. Bu üç hasleti bir tarafa bıraktığınız zaman iyi bir idareci, siyasetçi, devlet adamı olma düşüncenizin altında sadece kişisel hırs, kazanç ve bencillik aranır.

Siyaset bazen sanat olarak anılsa da, toplumun ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla uygulanan yönetim kurallarını oluşturan bilim dalıdır da denebilir. Siyaset aynı zamanda devlet yönetimini etkileme, idareyi ele geçirme ve elde tutma, güç ve liderlikle ilgili rekabet, çoğu kez hile yöntemine başvurarak bir amaca ulaşma gayesi olarak da tanımlanabilir. Yine aynı şekilde devlet idaresinin uyguladığı siyaset de başka devletlerle ilişkileri, ekonomiyi, sosyal olayları, ideolojeleri etkilemeyi amaçlar.

  Devletin, idarenin, yönetim rekabetinin, kuvvet çatışmasının olduğu her yerde siyasetten bahsedilir. Siyaset, daha çok demokrasi ile anılır. Siyaset ilmi, demokrasinin olduğu yerde genellikle bilimsel bir yöntem olmaktan çıkar ve ehil olan ile olmayanın mücadele alanı haline gelir. Artık siyaset bir güç gösterisi, hitabet sanatı, şoven bir hal alır. Demokrasiye inanan ve demokrat olduğunu söyleyen bir politikacı siyasette var olduğu anda, aslında reddettiği bir geleneğin tezahürü olduğunun bilincinde değildir. Demokrat politikacının bilinçaltında, aslında reddettiği bir anlayış hakimdir. Demokratlık, ehil olmadan politikacı olmamayı gerektirir. Demokrasinin herkese verdiği seçme ve seçilme hakkı, siyasetin ruhunu öldüren kangrendir. Demokrat olduğunu söyleyen politikacı, aslında herkesin özgür iradesi ile seçtiği, başta erdemlilik vasıflarını taşıyan, toplumun erdeminin belgesi olan devletin idaresinde yer alabilecek siyaset ilmini bilen, eğitimden alabildiğine faydalanmış, topluma doğruları ve gerçeği hiçbir maddi çıkar kaygısı duymadan gösterip, doğruların karşısında yanlışları mantıklı ve gerçekçi şekilde ortadan kaldırabilen yeteneğe sahip kişin devlet adamı olması gerektiği düşüncesine sahip olmalıdır. İşte Yunan medeniyeti ile günümüze kadar ulaşan demokrasi anlayışındaki siyasetin en büyük açmazı da budur. Herkese seçme ve seçilme hakkı veren demokrasi, cahil ile alimi aynı kefeye koymuş, devlet idaresi böylece çoğu zaman zaafa uğramış, yasalar tanınmamaya başlamış, devlet idarecilerinin yasaları dikkate alması gerektiğini hatırlatacak kurumlar ortaya çıkmış ve zorbalık ­­­yasaların uygulanması için araç olarak kullanılmaya başlamıştır. Devletin yaptırım gücü olan yasaların tanıması ortadan kalkınca işlemeyen yasaların yerini herkesin kendi kafasındaki doğrular doldurur. Herkesin kafasındaki doğru, eğer yasaları oluşturan bilinç değilse, o zaman devlet ortadan kalkar ve zorbalık hakim olur. Devam eden kan davalarının temelinde de bu vardır. Maktulün ve yakınlarının hakkını katilden alacak mahkemelerden, toplumun kafasındaki bilinçle örtüşen kararlar çıkmadığı takdirde toplum devletin adaletinden ümit kesip kendi yöntemine başvurmaya devam edecektir. Demokraside hak arama denen bir durum var ki, bu sadece adli durumların işlendiği mahkemelerden ibaret değil. İşçinin hakkını işverenden isteyen ve adına sivil toplum kuruluşu dediğimiz sendikalar, örgütler,  dernekler gibi kurumlar bu durum nedeniyle doğmuştur. İnsanların hakkını koruyacak, hukukunu gözetecek olan devlet, çalıştırdığı işçinin hakkını gasp etme tasasında olduğundan, işçiye sendikal hak vermiş olarak toplumsal bilinçte yer edinir. Bu kısaca şu demektir ki, ben seni çalıştırıyorum, alın terinin karşılığını vermezsem sendikan karşıma dikilsin senin haklarını savunsun. Oysa tüm kuramlarıyla insanların ihtiyaçlarına cevap verebilen bir devlette sendika gibi bir kuruluşa ihtiyaç duyulmamalıdır.

 

YORUM EKLE

banner195