Title of a News Article

Dursun, İstanbul fethini yazdı

Dursun, İstanbul fethini yazdı
banner206

Emekli Albay Emin Dursun, İstanbul'un fethinin 567.yıl dönümü yazdı. İşte Dursun'un O yazısı

İstanbul’un fethi, Batının hiç unutmadığı, unutamadığı...

İstanbul..., beldelerin en güzeli, en lâtifi, Dersaadet...

Hz. Muhammed’in: - “Er geç, bir gün Konstantiniyye feth olacaktır. Onu fethedecek emir ne güzel, ne bahtiyar bir emirdir. Askerleri de ne bahtiyar askerlerdir.” hadisi şerifi...

Sultan Osman’ın Şeyh Edebali’nin evinde uyurken,...iki yakutla iki zümrüdün arasındaki pırlantaya benzeyen İstanbul’u barındıran ve bütün dünyayı ihata eden halkayı parmağına geçiremeden uyandığı rüya...

Hacı Bayramı Veli’nin Sultan Murat’a, 

- “İstanbul’un fethi size değil, yeni doğan şehzadeniz Mehmet ile bizim Akşemseddin’e nasip olacak.” demesi...

Sultan Mehmet’i hayrete düşüren, Akşemseddin’in, Bursa’daki bir buluşmadan ayrılacağı esnada, hiç mevzuu değilken, 

- “Sultanım, şimdi gideyim, Konstantiniyye’nin kuşatılması başlar başlamaz gelirim...Osman Han’ın rüyasında takamadığı halkayı siz takacaksınız. Müjdeler olsun.” diye söyledikleri...

İşte müjdelerle dolu, eşi benzeri olmayan, gerçekleşmesi kaçınılmaz bir fetih...

Bütün bunlar Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetme iradesini kamçılamış, aklından hiç çıkmayan, rüyalarını süsleyen bir ülküye dönüşmüştü. İstanbul mutlaka alınmalıydı. 

- "Dünyada tek bir din, tek bir devlet, tek bir padişah ve İstanbul da cihanın payitahtı olmalıdır." diyordu. Hz. Muhammed’in mutlu kıldığı serdar kendisi olacaktı.

Fetih öncesi;

Dış politika yakından takiple, diğer devletlerin yardıma gelebilme durumlarına göre anlaşma ve tedbirler geliştirildi.

Boğazı kontrol maksadıyla, Yıldırım Beyazıd’ın yaptırdığı Anadoluhisarı (Güzelcehisar)’nın karşısına 1452’nin baharında, 4000 amele ve 2000 civarı ustayla, 4 ayda Boğazkesen adı verilen Rumelihisarı yapılmıştı. Sultanın kendisi de bizzat çalışmış, Bizans hanedanına da

- “Benim iktidarımın ulaştığı yerlere onların emelleri bile yetişememiştir.” diye meydan okuyordu.

Şâhi olarak isimlendirilen ve Sultan Mehmet’in çizimlerini yaptığı, İstanbul surlarını yıkabilecek teknolojiyi haiz top, büyüklü küçüklü kuşatma topları, muhasara aletleri, hareketli kuleler, tarihte ilk top parkı Edirne'de hazırlanmıştı. Şâhi’nin atacağı taş gülleler 600 kilo, diğer topların gülleleri 200-300 kiloydu. Varlığı Bizans’ı titretiyordu.

Denizden de kuşatma yapılabilmesi için gerekli görülen 150 parçadan ziyade bir donanma hazırlandı.

İstanbul’a yardım gönderilmesi ihtimaline karşı Mora baskı altına alındı.

Saray ve Vize Kaleleri ele geçirildi...

Sultan Mehmet fetihten başka bir şey düşünmüyor, su içmek istese

 - “İstanbul’un suları nasıldır?” diye sorar, uykusuz geceler geçirirdi. 

Harita üzerinde tüm teferruatları işaretlemiş sürekli elde ettiği bilgilerle surlara tedbirler geliştiriyordu.

- “Yarabbi, bir Cuma namazını Ayasofya’da eda etmeyi bize nasip eyle!” diye dua ediyordu.

Nihayet, Padişah 23 Mart 1453‘de Edirne’den hareket etti. 5 Nisanda İstanbul surları önüne geldi ve ertesi gün yani 6 Nisanda şehri kuşattı. 12 Nisanda 150 parçalık donanma da kuşatmaya katıldı. Kabataş ve Salıpazarı limanlarına demir attı.

Türk topları gürlemeğe başlamış, yer yer muharebeler devam ediyordu...

Devam eden topçu ateşleri ve muharebelerden sonuç henüz alınamamıştı.

Bizanslıların savunma için yaptığı Haliç’e girişi engelleyen zinciri kırmak da mümkün olmamıştı.

Bunun üzerine 70 parça harp gemisinin karadan Haliç’e indirilmesi için Galata surları arkasında hazırlıklar yapılıyordu.

Tophane’den Kumbaracı yokuşu, Dörtyol ağzı, Asmalımescid, Tepebaşı, ve Kasımpaşa’ya inen bir yol yapılmış, ray şeklinde yağlı kızaklar konmuş, bunların üzerinde yürüyecek tekerlekli beşikler yapılmıştı. Gemiler bu beşikler üzerinde öküzlerle çekilecekti.

21 Nisan şafakla beraber bütün cephedeki şiddetli topçu atışları eşliğinde, düşmanın dikkati dağıtılıp, oyalanırken, hava karardığında gemiler karadan çekilmeye başlanmıştı.

22 Nisanda 67 parça gemi Haliç’e indirilmiş, düşman gemileri iki ateş arasına alınmıştı. 

Tarihin en parlak, eşi benzeri olmayan gemilerin karadan yürütülmesi planı başarılmıştı.

Şiddetli ve kanlı muharebeler devam ediyor, şehrin kudret ve direnci azalıyordu.

Sultan Mehmet, genel taarruza geçmeden Bizans imparatoruna son kez bir elçi göndererek, teslim olmalarını istemiş, ancak kabul edilmemişti.

Bu aşamadan sonra,

- “Kuşatma asla kaldırılamaz. Ordularımın önünde düşmeyecek kale, mağlup olmayacak ordu yoktur. Ya ben Bizans’ı alırım, ya Bizans beni!”...

28 Mayıs, kuşatmanın son günü, topçu atışları devam ederken Sultan Mehmet askerini denetliyor ve onları yüreklendiriyordu.

- “Cihanın en namdar beldesi zapt edilecek, böyle bir zaferden daha ulvi bir şeref ve saadet var mıdır?”

Gece tüm meşaleler yanıyor, kimse uyuyamıyordu. Dualar ediliyor, tekbirler getiriliyor, askerler birbirleriyle helalleşiyorlardı.

Sultan Mehmet, yüksek sesle Allah’a yalvarıyordu:

- “Yarabbi! Bir bölük ümmeti yerindirme, düşmanı sevindirme, bizi muzaffer kıl Yarabbi!”

29 Mayıs 1453 günlerden salı...

Şafak vakti, Türk toplarının müthiş gümbürtüsü surları dövüyor...

Davullar, zurnalar, borular hücumu alkışlıyor, marşlar zaferi müjdeliyordu sanki...

Sultanın açılan muhteşem sancağı askere cesaret, düşmana korku salıyordu. 

Artık açılan gedikler davetkâr görünüyor, çan ve davul sesleri arasında göğüs göğüse muharebeler başlıyordu.

Surlardan atılan taş, yağlı paçavra ve Rumateşi hendekleri şehitlerle dolduruyor, öndeki hatlar eriyor, arkadaki hatlar şehadet için aslanlar gibi sabırsızlanıyor, bir an önce surları ele geçirmek istiyorlardı. 

Tekbirler, dualar, naralar arasında Sultan Mehmet’in 

- “Ne durursuz şehbazlarım, yürüyün aslanlarım!” sesi yankılanırken mümkün müydü?serdengeçtilerin geri kalması...

Vurun kardaşlarım! vurun ağalarım!

Allah... Allah... Allah...

Zevkine doyulmaz bir heyecanla ileri atılıyordu yeniçeriler, cengaverlere şan ve şeref vermiş ecdat yadigârı kılıçların biri iniyor biri kalkıyordu.

Topkapı ile Edirnekapı arası açılan gediklerde müthiş mücadele sonucu, sultanın muzaffer sancağı surlara çekilmiş, düşman öne katılmış, asker artık durdurulamayacak şekilde şehre akıyordu. 

Surlarda Türk bayrakları dalgalanıyor, “Şehir alındı!”naraları yükseliyordu.

Öğleye doğru fetih tamamlanmış, Doğu Roma imparatorluğunun bin yıllık tarihi yıkılmıştı.

Sultan Mehmet Han, şan ve şeref içerisinde atı üstünde İstanbul’a girmiş, Ayasofya’nın kapısında atından inerek, eğilip aldığı bir avuç toprağı tevazu nişanesi olarak başından aşağı serpiyordu...

Artık O, Avrupa’nın Grand Turco’su, bizim Fatih Sultan Mehmet’imiz, İstanbul ise dünyada tek, üçüncü imparatorluğun da başkenti olmuştu.

Fatih Sultan Mehmet, kendisiyle savaşmış herkesi kayıtsız şartsız affetmiş, Bizans halkının hasret kaldığı can, mal, ırz güvenliğini teminat altına almış, inanç ve ibadet hürriyetini sağlamıştı.

Sadece İstanbul değil, gönüller de fethedilmişti.

Gençler;

Fatih İstanbul’u fethettiğinde 21 yaşındaydı. 

Sizlere, Arif Nihat Asya’nın şiirini hatırlatarak yazıma son veriyorum.

Sen de geçebilirsin yârdan, anadan, serden...

Senin de destanını okuyalım ezberden...

Haberin yok gibidir taşıdığın değerden...

Elde sensin dilde sen... 

Gönüldesin baştasın;

Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!

YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER

banner195