Title of a News Article

İbrahim Ayhan ile çok özel röportaj

İbrahim Ayhan ile çok özel röportaj
banner206

2010 Yılında BDP İl Başkanlığını yürütürken tutuklanan Halkların Demokratik Partisi Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Ayhan, tutuklanma süreciyle ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu. AKP ve cemaat ittifakıyla susturulmak amacıyla kendilerine yönelik siyasal soykırım yapıldığını belirten Milletvekili Ayhan, “BDP İl Başkanı sıfatıyla ne yapmışsam hepsi KCK üyeliği kapsamında değerlendirildi ve hâlbuki AKP İl Başkanı ne yapıyorduysa ben de aynısını yapıyordum, düzmece bir yargılamaya tabi tutuldum” dedi.  

RÖPORTAJ: REŞAT UZUN
Bu haftaki röportajımızın konuğu Halkların Demokratik Partisi Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Ayhan oldu. Öğretmenlik mesleğini icra ederken sendikal çalışmalarından dolayı 2005 yılında Kastamonu’ya sürgün edilen İbrahim Ayhan, bu sürgünden sonra öğretmenliği bırakarak kendisini tamamen siyasete adadı. 2007 Yılındaki genel seçimlerde Bağımsız Milletvekili Adayı olan ve çok az bir oy oranıyla milletvekili seçilemeyen Ayhan, bir takım ayak oyunlarıyla milletvekilliğinin kendisine kaybettirildiğini iddia ediyor. 2010 Yılında BDP İl Başkanlığını yürütürken tutuklanan Ayhan, cezaevindeyken bu kez 2011 genel seçimlere bağımsız aday olarak katıldı. 2007 yılındaki seçimlerin aksine bu defa 80 Bin kişinin oyunu alarak Bağımsız Milletvekili seçilen Ayhan, vekillik sürecinin büyük bölümünün cezaevinde geçirirken 3 Ocak 2014 tarihinde tahliye edildi.

HDP Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Ayhan ile tutuklanma sürecini, Şanlıurfa Cezaevinde çıkan ve 13 mahkûmun hayatını kaybettiği yangını, cemaati, Kobani olaylarını ve HDP’nin seçimlere parti olarak gireceğini konuştuk.

 

İşte Ayhan ile gerçekleştirdiğimiz röportaj:

İbrahim Ayhan kimdir? Küçüklüğünüz nasıl geçti, eğitiminiz nasıl geçti ve siyasete girmeden önce nasıl bir İbrahim Ayhan vardı?

1968 Şanlıurfa Siverek doğumluyum. İlk ve ortaokulu Siverek’te, liseyi de Adana’da okudum. Daha sonra birkaç üniversite okudum, en son Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nden 1994 yılında mezun oldum. 2005 tarihine kadar öğretmenlik yaptım. Öğretmenlik yaptığım süre içerisinde de sendika yöneticiliği ve sendika başkanlığı yaptım. Daha sonra da sendikal faaliyetlerden dolayı Kastamonu’ya sürgün edildim. Kastamonu’ya sürgün edildikten sonra öğretmenliği bıraktım. 2007 yılında Bağımsız Milletvekili Adayı oldum ve çok az bir oyla milletvekilliğini kaybettim. Daha doğrusu çeşitli hile ve oyunlarla bana milletvekilliği kaybettirildi. Daha sonra da aktif siyasete devam ettim.  DTP ve BDP il başkanlığı görevlerini yürüttüm.  En son 2010 yılında BDP il Başkanıyken tutuklandım. Uzun süre, 4 yıla yakın cezaevinde kaldım. Şanlıurfa’da iki milletvekilinin alabileceği yani 80 Bin oyla milletvekili seçildim. Milletvekilliğimin 3 yılını cezaevinde geçirdikten sonra son 1 yılımda dışarı çıktım. Vekillik ve parti faaliyetlerimi, halkımla ç çe olmayı en iyi şekilde yerine getirmeye çalışıyorum.

 

Siz KCK’dan dolayı tutuklanmıştınız. Cezaevindeyken de milletvekili seçildiniz. Sizlere yönelik bu Operasyonu kimler yaptı? Sürekli cemaatle ilgili bağlantılar söyleniyor. Bununla ilgili neler söylemek istersiniz?

Parti başkanlığını yaparken her siyasal partinin olduğu gibi Anayasa’nın vermiş olduğu hak çerçevesinde demokratik siyaset yapıyordum, tamamen kamuoyuna açık faaliyetler yürütüyordum. Çok aktif bir siyaset pratiğim vardı. Hiçbir şeyi de ne bir illegal nede gayrimeşru yöntemlerle başvurmadan açık aleni kamuoyunun önünde yapıyordum. Yani bir AK Parti İl Başkanı ne yapıyorduysa ben de aynı çalışmaları BDP’de il başkanlığını yürüterek yapıyordum. Urfa’nın toplumsal sorunlarına, Kürt sorununa, genel sorunlara ilişkin büyük bir performansla, büyük bir duyarlılıkla bu faaliyetleri yürütüyordum. Özellikle 2010 yılında 12 Eylül’de yapılan Anayasa ile ilgili yapılan referandumda büyük bir çalışma ortaya koyduk ve o anlamda da bize yönelme çok farklılaştı. O dönem cemaat ile AKP arasında çok ciddi bir ittifaklaşma söz konusuydu.

 

“Hukuk dışı operasyonlar yapıldı”

Demokratik siyaset yürütenlere, muhalif olanlara yönelik hukuk dışı operasyonlar, antidemokratik yaklaşımlar çok fazlasıyla yaşanıyordu. Düzmece iddianamelerle, düzmece iddialarla insanlar sabah eren saatlerde 5’te, 6’da evleri basılarak içeri atılıyordu. Adeta bizim tarafta siyaset yürütenlere ilişkin 2009 yılından itibaren bir siyasal soykırım operasyonları başlamıştı. Bu siyasal soykırım operasyonları çerçevesinde biz de Urfa’da bunlara maruz kaldık ve 11 Ekim’de sabah saat 5’te evimizin kapısı çalınarak çok sayıda polis eşliğinde içeri alındım. İçeri alındığım zamandaki iddialar da tamamen partinin demokratik, yasal faaliyetlerine yönelikti. Yani bir basın açıklaması yapmam,  Nevruz’a katılmam orada konuşma yapmam, belediyeleri ziyaret etmem, cenazelere ve taziyelere gitmem KCK faaliyeti olarak değerlendirildi. Dolayısıyla BDP İl Başkanı sıfatıyla ne yapmışsam hepsi KCK üyeliği kapsamında değerlendirilerek bir iddianame hazırlandı ve o iddianame çerçevesinde de düzmece bir yargılamaya tabi tutuldu. Yargılama hiçbir şekilde hukuki değildi. Zaten anadilde savunma talebimden dolayı da şuana kadar da ben ifade vermiş değilim. Hakkımdaki suçlamalarla ilgili ben cezaevinden çıkana kadar bir savunma yapmış değilim. Aslında o bir tiyatroydu. Tüm tutukluluk sürecim böyle siyasi bir çerçevede geçti, adeta bir rehine olarak içeride tutulduk. O dönemde AKP ile cemaat işbirliğiyle bunar yapıldı.

 

Sayın Vekilim; Siz cezaevindeyken Şanlıurfa Cezaevi’nde 13 kişinin ölümüne neden olan bir olay söz konusuydu? Bu gerçekten adli bir vaka mıydı, yoksa size yönelik komplo muydu? O gün cezaevinde neler yaşandı?

Urfa Cezaevi, 1960 yılında yapılan bir cezaevidir. Çok kötü koşullara sahip bir cezaevidir. Özellikle bir ceza yediğimiz andan itibaren o dönemde çok yoğu bir tutuklama furyası olduğu için cezaevi kendi kapasitesinin 4-5 katı tutuklu barındırıyordu. Normalde 270 kişinin standart olarak kalması gereken yerde 1200 kişi kalıyordu. Uzun süre kaldığım koğuşta, 6 kişilik yerde 20 kişi kalıyorduk. Yani yüzde 400 kapasite fazlası olan bir yerde kalıyorduk ve hep iç içe yatıyorduk yani bir yatakta 3 kişi yatıyordu. Çoğu arkadaş yer darlığından kaynaklı tuvaletin önünde yatıyordu. Bu adli mahkûmlar için de söz konusuydu. Dolayısıyla cezaevinin fiziki ve sosyal koşulları, sağlık koşulları çok fazlasıyla kötü ve berbat durumdaydı. 12 Eylül Diyarbakır Cezaevi’ni andıran fiziki mekân ve uygulamalara sahipti. O Dönem cezaevindeyken de bu uygulamalara karşı sık sık eylemler yapılıyordu, olaylar çıkıyordu. Ben ordayken de arkadaşlarla beraber sürekli kamuoyunu bilgilendiriyor ve cezaevinin koşullarının düzeltilmesine yönelik birçok kez girişimlerde bulunduk. Birkaç kez Adalet Bakanlığına yazdım, Meclise yazdım, İnsan Hakları Komisyonuna yazdım, Urfa Barosuna yazdım, MAZLUMDER’e yazdım, İHD’ye yazdım yani aklınıza gelebilecek bütün kurum ve kuruluşlara Urfa Cezaevinin koşullarının düzeltilmesiyle ilgili, insani düzenlemelerin yapılması ile ilgili başvurularda bulundum.

 

“Cezaevindeki yangın fiziki koşullardan kaynaklandı”

13 Kişinin ölümü ile yaşanan son olay da aynı bu fiziki koşullardan dolayı yaşanmış bir olaydır. Benimle hiç alakası olmayan bir konuydu. Bunu cemaat medyası çarpıttı. Yer darlığından dolayı, vantilatör olmadığından dolayı mahkûmlar bir tepki ortaya koymuşlar. Bu tepkiyi ortaya koymak için koğuşu ateşe vermişler ve koğuşu ateşe verirken dumandan zehirlenerek yaşamlarını yitirdiler. Benim tahminime göre onlar da öleceklerini düşünmüyorlardı. İki katlı bir yer, aşağıda yatakları yakmışlar ve kendilerini ateşten korumak için yukarı çıkmışlar ama yukarıda da pencereler açık olduğu için baca görevini görmüş. Yukarıdaki koğuş kapıları da kapalı olduğu için bunların hepsi dumandan zehirlenerek ölmüşler, yani ateşten ölen yok. Bu insanların tepkisi tamamen cezaevindeki uygulamalara yönelik, cezaevi idaresine yönelik, cezaevi müdürünün o dönemdeki baskıcı yaklaşımlarına, politikalarına yönelikti.

 

Cemaati nasıl tarif edersiniz? Cemaatin Türkiye’de gücü gerçekten var mıdır, cemaat bu gücü nerden buldu, cemaatin gidişi nereye gider?

Yani ben normal cemaatlerinde Türkiye’de var olmasına kesinlikle karşı değilim. Cemaatin bir sivil örgütlenme olduğunu o anlamıyla hem inançlarını dinsel faaliyetlerini yürütme hakkına sonuna kadar sahip olduğunu düşünüyorum. Cemaat kültürel bir alandır. Cemaatler, kendi inançlarını özgürce yaşayabilmelidir ve örgütlenme hakları da olmalıdır. Ama bizim karşı karşıya kaldığımı mevcut cemaat örgütlenmesi, bu kılıf altında daha siyasal, daha farklı örgütlenmeler içerisine girerek devlet içerisinde devlet olma adına paralel dediğimiz bir yapılandırmayı inşa etmeyi esas alan bir yapıdır. Bu süre içerisinde de devletin bütün kademelerine sızarak bunun içerisinde kendilerini bir güç haline, bir iktidar haline getirme söz konusu oldu. Tabi bütün bunları yaparken AKP’den bağımsız yapmadılar, AKP ile işbirliği içerisinde, karşılıklı çıkar menfaatle bu faaliyetlerini yürüttüler. Dolayısıyla bugün AKP ile cemaat arasındaki kavga tamamen bir iktidar kavgasıdır, tamamen bir çıkar kavgasıdır. 

Bizim dışarıda siyaset yapmamızı engelleyenler, cezaevinde de konuşmamızı istemiyorlardı. Cezaevinde de bunlara boyun eğmemizi istiyorlardı. Ben cezaevinde bunu yapmadım, ben cezaevinde de yine ulaşabildiğim, yine yapabildiğim kadarıyla kendi mücadelemi verdim. Dolayısıyla tüm bunlar o dönem iktidar tarafından, yöneticiler tarafından farklı şekillerde engellemeye çalışıldı. Bu olaylarda AKP ile cemaatin parmağı vardı.

 

Milletvekilliğinizin büyük kısmı cezaevinde geçti, Meclise döndüğünüzden sonra da Suriye olaylarıyla ilgili duyarlı olduğunuzu biliyoruz. Son olarak Kobani’de olaylar yaşandı. Kobani’ye bakıldığında böyle çok stratejik öneme sahip bir noktada değil. IŞİD nasıl ortaya çıktı, Kobani’ye geliş sebebi neydi, Kobani’de neler oldu, bundan sonra Kobani’yi ne bekliyor?

IŞİD’in bu kadar kısa sürede Ortadoğu’da, Kürdistan’da, Rojava’da büyümesi ve vahşet yöntemlerini kullanması kendi başına yaptığı bir şey değildir. Özellikle bölgedeki bir takımın egemen güçler, statükodan yana olan güçler tarafından desteklenen beslenen önü açılan bir örgüttür. Dolayısıyla bu örgütü kendi başına değerlendirmek çok doğru değildir ve bu örgüt son 1 yıldır da ağırlıklı olarak savaş yürüttüğü, saldırdığı coğrafyada Kürtlerin yaşamış olduğu yerlerdir. Bu örgüt Türkiye’nin de içerisinde olduğu bölge devletleri tarafından desteklenen bir örgüttür ve Kobani’ye yönelmesi de bu çerçevede gerçekleşmiştir. Kendi varlıklarını Kürtleri yok etmekle, Kürtlere yaşam tanımayarak görmeye çalışıyorlar. Bundan kaynaklı da Kürtlerin yaşamış olduğu yerlere yönelik çok barbarca, çok vahşice saldırılar gerçekleştirmektedirler. Bu saldırıları gerçekleştirirken de özellikle en büyük destek aldıkları güç Türkiye’dir ve AKP Hükümetidir. AKP Hükümetinin, Suriye politikası, Rojava politikası, Kürt politikası inkâra ve redde dayalı olduğu için bu anlamda bir ortaklaşma, IŞİD’le bir örtüşme söz konusudur. IŞİD buradan aldığı güçle de özellikle son birkaç aydır Kobani’ye çok yoğun şekilde saldırılar gerçekleştirdi. Kobani, kendi ana yurdunu, kendi toprağını savunmaktan öte bir direnişin, bir saldırının içerisine girmedi yani o insanlar bin yıllardır Kobani’de yaşıyorlar. Dolayısıyla herhangi bir halkın, herhangi bir coğrafyanın parçasına göz koyma, orayı ele geçirme gibi bir durum söz konusu değildi. Kendi topraklarında yaşarken IŞİD tarafından saldırıya uğradılar. Bir taraftan işgalci karanlık bir güç, barbar yöntemleri kullanarak saldıran bir güç diğer taraftan da sadece kendi onurunu, kendi özgürlüğünü, kendi demokratik yaşamını savunmaya çalışan bir Kobani halk gerçeği var. Bu iki çizgi arasında, bu iki anlayış arasında uzun süre bir çatışma ortamı yaşandı. Burası coğrafya olarak belki stratejik değildir ama siyasi olarak kuşkusuz stratejik bir yerdir. IŞİD o kendi büyümesini, kendi terörünün tüm Ortadoğu ve Dünyaya hakim olmasını ve onu etkisi altına alması olarak Kobani’yi gördü. Yani Kobani’deki bir yükselme, bir zafer IŞİD’in Türkiye’yi de, İran’ı da, Irak’ı da içerisine alabilecek bir güce ulaşmasının kilit yeriydi. Bu açıdan da siyasal anlamda stratejik bir anlam Kobani’ye biçilmişti.

 

“Türkiye de, yanı başında böyle bir sistemin olmasını istemiyor”

Suriye’de yaşanan savaşın ardından Kürtlerin yaşadığı coğrafyada Kürtler, demokratik bir sistem, demokratik özerklik sistemi inşa etmiştir. Türkiye de, yanı başında böyle bir sistemin olmasını istemiyor. Bu da Kürtleri kabul etmemekten kaynaklıdır. Dolayısıyla ben Rojava’yı nasıl zayıflatırım, Kobani’deki Kürt gücünü nasıl ortadan kaldırırım çabası ve arayışı içerisinde oldu. IŞİD ile olan ilişkisi de bu çerçevede yaşandı. Suriye savaşı başladıktan sonra zaten Türkiye, özellikle Suriye’ye yönelik dış politikasını iki ana eksen üzerinde kurdu. Birincisi; Tamamen bir Esad karşıtlığı yaptı. ‘Ne olursa olsun Esad gitmelidir’ dedi ve dış politikadaki tüm sermayesini bu karşıtlık üzerine kurdu, bu çok ciddi bir şekilde Türkiye’yi yalnızlaştırdı. Bu durum Türkiye’nin dış politikada yanlış yapmasına neden oldu. Diğer politikası ise Rojava’daki Kürtlerin oluşturmuş olduğu ‘statükoyu nasıl ortadan kaldırırım, nasıl yok ederim?’ çabasıydı. Buda Kobani savaşıyla birlikte kendisini çok açığa vurdu. Özellikle Kobani saldırıları başladığı günden itibaren Cumhurbaşkanı, Başbakan ve AKP ‘deki yöneticiler, bu savaşta Kobani halkının yanında olmayıp da IŞİD’in bu saldırganlığını, bu vahşetini hoş gören bir tutum içerisinde oldular. Kobani’nin düşmesi anlamında bir taraf haline geldiler. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Kobani’nin düşmesi gerektiğini, ‘Kobani düştü, düşecek’ şeklindeki beyanları ciddi bir şekilde bunların göstergesidir. Kobani ile Urfa’nın ne alakası olduğunu söylemesi de bu çerçevededir.

 

Kobani’nin düşmemesi konusunda Peşmerge geldi. Türkiye Peşmergenin gelebilmesi için kapılarını açtı. Türkiye Cumhuriyeti, Silahlı Kuvvetler veya başka güçler Kobani’nin düşmemesi konusunda herhangi bir destekte bulundular mı? Peşmergenin gelişinden sonra bir stratejik mi değişti?

Türkiye, başından beri Kobani’nin düşmesini bekliyordu. Kobani’de böyle güçlü bir direnişin ortaya çıkacağını tahmin etmiyorlardı. Dolayısıyla 10-15 gün içerisinde Kobani’nin tamamen Musul gibi IŞİD’in eline geçeceğini düşünüyorlardı ve bütün hesaplarını bunun üzerine yaptılar ama Kobani’deki direniş, Kobani’deki YPG’nin, YPJ’nin orada ortaya koymuş olduğu güçlü direniş ciddi bir şekilde bunun gerçekleşmesinin önüne geçti. Türkiye’de de büyük bir sahiplenme oldu, özellikle bölgeden Kobani’deki direnişe destek verildi. Bu dünyada da büyük bir yankı uyandırdı. Koalisyon güçleri oluştu bu koalisyon güçleri de ciddi bir şekilde Kobani’nin yanında olduklarını ifade ettiler. Bu politika değişiklikleri Türkiye’nin de taktiksel anlamda başta olmuş noktanın gerisine gitme ve politikasını değiştirmesine neden oldu. Peşmergenin Türkiye’den geçirilmesini Türkiye’ye rağmen yapıldığını düşünüyorum. Çünkü uzun süre Peşmerge bekletildi geçirilmedi. Çok zorlayıcı koşullardan dolayı Türkiye bunu yapmak zorunda kaldı ve halen Kobani gerçeğini kabul etmeyen bir AKP ile devlet mantığı var.

 

Suruç’ta 200 Bine yakın Kobani’den gelen insanlar var. Kobani artık tamamen IŞİD’ten temizlendi. İnsanlar ne yapacak geri dönüş söz konusu mu?

15 Eylül 2014 Tarihinden beri oradayım, sürekli orada bulunmaya ve o sorunla yakından ilgilenmeye çalışıyorum. Bu savaş olduğundan itibaren 200 Bine yakın Kobanili Türkiye tarafına geçti. Bunun 120 Bini Urfa sınırları içerisinde yaşıyor, 80 Bini de Suruç’ta yaşıyor. Biz hiçbir zaman hiç kimsenin kendi toprağından uzaklaşmasını, kendi toprağı dışında kötü koşullarda yaşamaktan yana olmadık. Bu insanlarımızın da savaşın bitmesiyle beraber kendi topraklarına geri gitmesini ve bunun çalışmalarını yürütüyoruz.

Vali İzzettin Küçük ve Suruç Kaymakamı Abdullah Çiftçi’nin, Kobani olayları esnasında yaptığı çalışmaları nasıl yorumluyorsunuz?
Kobani olayları esnasında Şanlıurfa Valisi İzzettin Küçük ve İlçe Kaymakamı Abdullah Çiftçi ile  uyum içerisinde görüş alışverişinde bulunuyorduk. Pratik çözümlü bir Urfa Valisi var,  gece hangi saatte arasak telefonlarımıza cevap veriyordu, yardımcı oluyordu. 

Bu kısa sürede olur mu?

Kobani kent merkezinin yüzde 80’i harabeye dönmüş durumda. Ancak böyle yüzde 15, 20 kesiminde yaşanılabilir bir ortam var. Dolayısıyla bunun için biz de elimizden geldiğince yeniden Kobani2nin inşa edilmesi ile ilgili çalışma yürütüyoruz Gönül ister ki; Hemen yarın bu insanlar kendi topraklarına gitsinler, kendi topraklarında daha rahat ve huzurlu bir şekilde yaşasınlar.

 

Yaklaşan seçimler söz konusu. Siz Şanlıurfa’da çok ciddi bir oyla bağımsız milletvekili seçilmiştiniz. HDP’nin parti olarak gireceğini Selahattin Demirtaş açıklamıştı. HDP Türkiye’de baraj sorunu yaşar mı, siz yeniden milletvekili adayı mısınız?

Baraj sisteminin başından itibaren antidemokratik olduğunu çok yanlış olduğunu savunan bir insanım. Partimiz de bunu başından beri kabul etmedi ve bu baraja karşı ir mücadele yürüttük biz. Demokrasinin barajsız olduğu gerektiğine inanıyoruz, demokrasilerde baraj olmaz ve olmamalıdır. Baraj olduğu takdirde aslında demokrasi olmaz.  12 Eylül zihniyetinin, 12 Eylül anlayışının ürünü olan barajın halen savunuluyor olması da bu zihniyetin halen yürürlükte olduğunu gösteriyor. Partimiz buna karşı çok ciddi mücadeleler verdi. Son iki dönemdir de bu baraj sistemine karşı bağımsız adaylarla seçime giriyorduk. Üçüncü dönemi yaşayacağımız 2015 seçimlerinde de artık bunun böyle olmayacağını, barajın kaldırılmasına yönelik bir adım atılmadığı için de bunu parti olarak girerek aşmaya çalışıyoruz. Böyle bir kararlılık içerisine girdik. Artık barajı anlamsızlaştırmaya yönelik bir karar aldık. Yani AKP kaldırmıyor biz halkın özgücü, kendi Öz iradesiyle bunu kaldırtacağız dedik. Bu anlamda koşullar bizim lehimizedir, partimizi büyük bir sahiplenme var. Artık bir umut olma durumumuz söz konusudur. 

“Barajı aşacağız”
Bundan dolayı 7 Haziran’da yapılacak seçimlere parti olarak gireceğiz ve çok rahat bir şekilde barajı aşacağımızı da düşünüyoruz. Kendimle ilgili de başından itibaren il başkanlığı yaparken de, milletvekilliği yaparken de, cezaevinde olurken de halkımın hizmetinde olmayı esas aldım. Belli kimliklerin ötesinde bir şeyler yapmanın içerisinde oldum.  Halkla birlikte siyaset yürütüyorum. Adaylık konusunda da partimizde bunlar koşuluyor, tartışılıyor ama kimlerin aday yapılıp yapılmayacağını konuşmuş değiliz.

 

Röportajımız için zamanınızı ayırdığınızdan dolayı teşekkür ederiz.

Ben de bu olağanı bana sağladığınız için teşekkür eder, çalışmalarınızda başarılar dilerim. 

Güncelleme Tarihi: 16 Şubat 2015, 13:48
YORUM EKLE
YORUMLAR
M.Bayar
M.Bayar - 9 yıl Önce

Sizin gibi iyi insanlara ihtiyacimiz var Ibrahim bey.. Allah yardimciniz olsun.basarilar.

Sercivan Zilan Kapaklı
Sercivan Zilan Kapaklı - 9 yıl Önce

HDP il yönetimi basın komisyonu adına teşekür ediyorum...Oldukça aydınlatıcı ve samimi bir röpürtaj...

SIRADAKİ HABER

banner195