Kültür

Şair, kelimelerin sihirbazıdır

Doksan çağı Urfalı edebiyat meraklılarının gazete köşelerinde, yerel dergi sayfalarında sık sık şiirlerine rastladığı hayal gibi bir şair vardı..  Öyle şiirleri vardı ki, okuyan dönüp dönüp tekrar okur ama kim olduğunu bilmezdi. Karacaoğlan’ı kıskandıran aşk şiirlerinden tutun, Yunus Emre ile yarışan tasavvufi dizelere kadar bu hayal şairin kaleminden kelimelere dökülmüştü. İnadına hece diyen, genelde 11’li ve 14’lü hece ölçüsüyle şiirlerini yazan Şair’in az sayıda nesiri de vardır.
O şair, Bekir Urfalı mahlasıyla şiirlerini yazan, törenlerde, şiir gecelerinde boy göstermeyen kayıp bir adamdı.

Kültürden habersiz, şiirden, edebiyattan kopmuş, şiir diye düz yazıya aldanan gençlerin beyninde bir kıvılcım olsun diye bu söyleşide Bekir Urfalı ile uzunca bir sohbet ettik. Gazetede bize ayrılan yer ile yetinmek zorunda olduğumuz için bu hoş sohbetin ancak bir kısmını yayınlayabiliyoruz.

Röportaj: İbrahim Halil Şeker

“Beni sütten kestikten sonra dedemin yanına vermişler. Dedem de tarikat kalfasıydı. Sıra gezerlerdi. Dini bütün insanlardı. Ama bugünkü gibi çiğköfte, eğlence değil. İlmi meseleler konuşurlardı. Onun ağırlığı benliğimize işledi.”

Kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

Ne hikmetse Urfalıların doğumu 1 Ocak ile başlar. Çoğu Urfalı gibi ben de 1 Ocak 1962 doğumluyum. Kesin mi değil mi, onu da bilemiyorum. Bazen anneme sorardım ben kaç yaşındayım diye. O da hesabını yapardı. “İki sene filan yerde oturduk, üç sene filan yerde oturduk, filan yerde sen doğdun” diyerek yaşımı bulmaya çalışırdı. Kimlik yaşım 1962. Üç çocuklu bir ailenin en büyük çocuğuyum. İlkokul mezunuyum. Meslek olarak 20 yıl kadar terzilik yaptım. Askerlik sonrası bir süre inşaatlarda filan çalıştım, daha sonra belediyede işe başladım. Halen belediyede devam ediyorum.

Hangi mahallede doğup büyüdünüz, hangi okulda okudunuz?

Harrankapı’nın doğusuna düşen Arap mahallesi dediğimiz Kendirci mahallesinde doğup büyüdüm. Yavuz Selim İlkokulu’nda okudum. İlkokuldan sonra hem maddi durumdan hem de 12 Eylül öncesinin karışık asayiş ortamından dolayı okuyamadım.

Şiirle nasıl tanıştınız, ilk şiirinizi ne zaman yazdınız?

Şiire ilkokul yıllarında başladım. İlkokul beşinci sınıfta öğretmenimiz şiir yazacaksınız deyip, örnekler gösterdi. O zaman pek bir şey bilmiyorduk tabi. Birşeyler karaladım. O günden sonra bir merak oldu. Şiiri bırakmadım. Bazen Urfa’da gazetelere, bazen dergilere şiirlerimi yolladım, yayınlandı.

İlk şiir kitabınız ne zaman çıktı?

2003 yılında Türkiye Yazarlar Birliği Şanlıurfa Şubesi Başkanı Mehmet Kurtoğlu’nun da desteğiyle Ateşin Düştüğü Yerden adlı ilk şiir kitabım yayımlandı. 2014 yılında ise Gül Yarası’nı çıkardım. Her iki kitapta da Mehmet Kurtoğlu’nun büyük emek ve destekleri oldu. Özellikle teşekkür ediyorum.

Mektepli, medreseli değil ama divam edebiyatına aşina olmuş biri. Bu aşinalık nereden? Sıra gecelerindeki aşinalık şiir yazmaya, şair olmaya yetecek düzeyde mi?

Urfa dünyanın en eski şehirlerinden biri, geçmişi olan bir şehir. Urfa’da her konunun bir türküsü, bir hikayesi vardır. Televizyonların olmadığı dönemlerde, çocukluk yıllarımızda türkülerle büyüdük. Mesela annemiz beşiğimizi sallarken ninnilerle büyüttü. Edebiyat bilinçaltımıza kazındı. Sokak arasından geçen satıcı hoyrat söylerdi, fırıncının çırağı türkü söylerdi. Böyle bir kulak aşinalığı zaten vardı. Her gece sabah namazından önce minarelerden methiyeler okunurdu. Damda yatarken bunları çok rahat dinlerdik. Beni sütten kestikten sonra dedemin yanına vermişler. Dedem de tarikat kalfasıydı. Sıra gezerlerdi. Dini bütün insanlardı. Ama bugünkü gibi çiğköfte, eğlence değil. İlmi meseleler konuşurlardı. Onun ağırlığı benliğimize işledi.

Eğitim almadan Türkçe’ye bu kadar hakim olmanız nereden kaynaklanıyor? Anadiliniz Türkçe mi? Evde hangi dille konuşurdunuz?

Evde Türkçe konuşurduk. Urfa şivesi kullanılırdı. Halen de öyle. Türkülerle, gazellerle, hikayelerle büyüdük. Televizyonun olmadığı dönemlerde, uzun kış geceleri hikayeler dinlerdik. Düğünlerimizde, kına gecelerimizde maniler söylenir, evde nenelerimiz, analarımız boş zamanlarında maniler söylerdi. O nenelerimizin söylediği maniler, mana olarak, derinlik olarak bugün benim diyen şairlerin bile yazamadığı edebi türlerdir. Bunlar, bizim için bir altyapıdır, birikimdir.

Çocukluğunuzda sıra gecesi nasıldı?

Günümüzdeki sıra gecesiyle çocukluğumuzda yaşadığımız sıra gecesi çok farklı şeyler. Herşeyde olduğu gibi sıra gecesinde de bugün ticari amaç var. Orjinalliğini yitirmiş bir durum. Sıra gecesi demek sadece türkü söylemek, çiğköfte yoğurmak değil. Oturup, bir haftanın muhasebesini, olayların analizini yapmaktır sıra gecesi.

Örneğin Aşk-ı Memnu şiiriniz, “Yeşil didelerin ki ey rânâ berk-i güldür, Ebruların hilâldir, müjgânın tîr, öldürür” diye mısralarıyla başlıyor ve bugün gençlerin anlamayacağı çok kelime ile devam ediyor. İlkokul mezunu bir insanın kelime haznesi nasıl bu kadar geniş olur?

Bilinçaltından, altyapıdan bahsettim. Çocukluğumuzun bize kattığı bir kültür var. Halk hikayeleriyle büyümüş bir nesiliz. Uzun kış gecelerinde Hz. Ali’nin hikayeleri, Şah İsmail, Leyla ile Mecnun hikayelerini dinlerdik. Bu altyapı üzerine okumalarım da oldu.

Şiirinizi nereye oturtuyorsunuz. Divan şairi misiniz, halk şairi misiniz?

Onu, ben kategorize edemem. Ama bana sorulursa yazdığım şiir halk şiiridir.

Şiirlerinizin dili genelde eski mi?

Eski ile yeniyi harmanlıyorum. Ne kadar eski desek de o yaşayan bir dil. Yerine başka bir sözcük koyamıyorsunuz.

Hece ile yazıyorsunuz ve günümüz insanına göre ağır bir dil kullanıyorsunuz. Bu nasıl karşılanıyor?

Ne yazık ki günümüzde hece çok az kullanılıyor. Hece öldü diyenler bile var. Ama buna inat hece yazıyoruz. Günlük dilde hepimiz aynı kelimeleri kullanıyoruz. Şiir ise farklı bir dil. Kelimeleri hizaya getirmek, dizginlemek, kelimelere hakim olmak hecedir. Kelimeye herkesin kullandığı mananın dışında manalar yükleyebilmektir şiir. Şiir denince hece olmalı. Serbest ölçüde de çok güzel şiirler var. Ama hece bana daha cezbedici geliyor. Kelimeleri kalıplara oturtmak ince bir işçilik istiyor. Şiirimi, dili çok ağır diye eleştiren arkadaşlar oluyor ama ben bundan vazgeçmeyeceğim. Şiir bize Fuzuli’den, Abdi’den, Nabi’den kalan bir hatıradır. Bunu yaşatmak lazım.

Hece ve kafiyeli şiirin ruha hitabeden bir özelliği var. Kur’an-ı Kerim şiirsel özelliği de öyle. Dönemin Arap edebiyatçılarının dudağını uçuklatan özellikler taşıyor ki, Kur’an-ı dinleyen o dönemin şairleri, bu insan işi değil diyorlar.

Tabi Kur’an başlı başına bir mucize.

“Hece öldü” diyenler sizce şair mi?

Serbest şiir yazanlar hece öldü diyorlar. Ama ben ölmediğine inanıyorum. Ebediyete kadar hece şiirinin devam edeceğini sanıyorum.

Hece öldü demek, düz yazıya şiir demek kuralsızlığı kural haline getirmek değil mi?

Maalesef.. Şiir ince bir işçilik. Şair, kelimelerin sihirbazıdır aslında. Günlük dilde kullandığınız kelimeleri şiire katınca başka anlamlar yükleyebilirsiniz. Kelimeye başka anlam yüklemek bir büyü gibi. Hece ölçüsü burada devreye giriyor.

Urfa’da şu anda edebiyat çevresini bir arada tutan bir yayın var mı? Eskiden dergiler vardı..

İnternetle birlikte dergi artık tarih oldu. Büyük maddi külfet getiriyordu. Okuyucu da bulamayınca dergiler yaşamını sürdüremedi. Şairler, yazarlar şimdilik genelde bireysel çalışıyorlar.

Televizyonun, internetin olmadığı dönemde yetişmiş biri olarak bugünkü gençlere neler tavsiye edersiniz?

Bol bol okumaları lazım. Kendilerini televizyona ve internete kaptırmamalarını tavsiye ediyorum. Eskiden derlerdi unutkanlığın üç sebebi vardır. Mezar taşı okumak, durgun suya bakmak, haya yerine bakmak gibi.. Şimdi o sebep teke düştü. İnternet oldu. Unutkanlığın birinci sebebi internet olmuş. İnsanlar akıllarında bir şey tutmuyorlar. Lazım edince interneti açıp bakıyorlar. Bol bol okumaları lazım. Kültürlerinden kopmamaları, dillerinden utanmamaları lazım. Hangi konu olursa olsun Urfa’da hammadde bol bol var.  Çocukluk yıllarıyla akıllarına gelen herşeyi yazsınlar. Gün gelecek çok lazım olacak. Çünkü teknoloji kültürümüzü hızla yozlaştırıp, unutturuyor. Urfa ile ilgili ne bulursak biryerlere not etmemiz lazım.

Çocuklarınıza neler tavsiye edersiniz?

Çocuklarım da bugünün gençleri gibi şiir sevmiyorlar. Artık her insan kendi hayatını, kendi yolunu çiziyor. Ailemde benden başka şiir yazan yok. Bir tek ben varım. Ben çok okur, çok yazardım. Tüm paramı kitaplara verirdim. Babam bazen bana kızardı. Ne diye paranı bunlara veriyorsun derdi. Ama su akar yatağını bulur. Her çocuk kendi yolunu çiziyor. Çocuklarıma her zaman dürüst olun, doğru olun, namuslu olun tavsiyesinde bulunurum, bu yeter bence.

Gül Yarası adlı şiir kitabından: Bekir Urfalı

1962 Urfa doğumlu. Aklı erdiği günden beri şiirin içinde. Önceleri aşk ve memleket şiirleri yazan şair, daha sonra İslami duyarlılığın hakim olduğu şiirler yazmıştır. Mektepli, medreseli değil ama Urfa sıra gecelerinde okunan gazellerle büyümüş olduğundan her Urfalı gibi Divan edebiyatına kulak aşinalığı vardır. Fuzuli, Urfalı Nabi, Ziya Paşa, Şair Abdi’nin gazelleri ile son dönem divan şairi Yaşar Nezihe’nin “Feryatlarım” adlı eseri başucu kitabıdır.

Yaratışıltan iyi bir hece şairi olan Urfalı, “Ateşin Düştüğü Yerden” adlı şiir kitabıyla İbrahim Peygamberin izini sürenlerden.. Hak ve batıl, iman ile küfür, acı ve umut şiirlerinin vazgeçilmez konusu olduğu kadar İbrahimi duruşunun bir göstergesi. İçtenlik ve samimiyetle yazdığı şiirlerinin birçoğu türkü ve marş formunda bestelenmiş, ödüller almıştır.

Türkiye Yazarlar Birliği üyesi şairin, 2003 yılında yayımlanmış “Ateşin Düştüğü Yerden” adlı bir şiir kitabı bulunmaktadır. Uzun bir aradan sonra “Gül Yarası” kitabıyla sevenlerinin karşısına çıkan şair, evli ve üç çocuk babasıdır.


Gül Yarası adlı şiir kitabından:

VASİYET

Senden uzaklarda son bulsa yaşım

Mavi gülücüğe mezarımı kaz.

Olmasa başımda dikili taşım

En güzel şiirini toprağıma yaz.

 

Üzerime bir de sarı çiçek dik

Kanımı suyuna ekleyeceğim.

Her sabah her akşam kabrime gel git

Ayak seslerini bekleyeceğim

 

Bir da ölmemek için ölünür

Sakın bu mazluma ağlamayasın

Ölmeyecek kişi kalbe gömülür

Yas tutup da kara bağlamayasın.