Title of a News Article

Karakuş Kurtulmuş ile görüştü

Karakuş Kurtulmuş ile görüştü
banner206
Milliyet gazetesi yazarı Abdullah Karakuş, bu kez Numan Kurtulmuş ile görüştü. 

Kurtulmuş ile Berlin zirvesinden çıkan sonuçları ve bundan sonraki Libya sürecini konuştuk. Vekâlet savaşlarının bitmediğini ve Hafter’in maşa olduğunu belirten Kurtulmuş, Libya’da zor bir sürece girildiğini kaydetti. Bölgenin kanlı bir satranç tahtasına döndürüldüğünü belirten Kurtulmuş, bölge sorunlarının çözümü için Arap ülkelerine demokrasi çağrısı yaptı.

Berlin zirvesinin sonuçları ve Hafter’in saldırıları tartışılıyor. Türkiye bölgede barışın anahtarı olduğunu ve Türkiyesiz çözüm olamayacağını gösterdi. Bundan sonraki süreç nasıl olacak? İşler daha mı zorlaşacak?


Libya ile ilgili bölgeyi ne beklediğini ve süreci AK Parti Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş ile konuştuk.

Vekâlet savaşlarının bitmediğini ve Hafter’in maşa olduğunu belirten Kurtulmuş, Libya’da zor bir sürece girildiğini kaydetti. Bölgenin kanlı bir satranç tahtasına döndürüldüğünü belirten Kurtulmuş, bölge sorunlarının çözümü için Arap ülkelerine demokrasi çağrısı yaptı. Kurtulmuş, “Demokratik mekanizmalar olsaydı, yani despot yönetimler olmasaydı, bugün belki bu ülkeler bu iç türbülansın içerisine girmeyeceklerdi. Bütün bölge ülkeleri, İslam ülkeleri, Arap ülkeleri kendi meselelerini kendi çözme becerisini kazanmak mecburiyetindedir, aksi takdirde emperyalistlerin yumrukları bu coğrafyadan eksik olmayacaktır” dedi.


Kurtulmuş Milliyet’in sorularını şöyle yanıtladı:

- Berlin zirvesinden ne çıktı, ne çıkmadı?

Berlin Zirvesi öncesinde Sayın Cumhurbaşkanımızın ortaya koyduğu liderliğin fevkalade önemli olduğunun altını çizmemiz lazım. Önce Libya’daki pozisyonlarımız itibarıyla zıt noktalarda durduğumuz Ruslarla, Sayın Putin’le yapılan müzakereler sonucunda taraflar arasında acilen kalıcı bir ateşkes sağlanması konusunda mutabakata varıldı. Türkiye’yle Rusya arasındaki bu görüşmelerin aslında Berlin Zirvesine çok büyük bir katkısı olduğunu söylememiz lazım. Berlin’e baktığınız zaman ilgili tarafların hemen hemen tamamı bu konferansa katıldılar. Somut olarak ne sonuç çıktı derseniz, hemen oradaki Hafter’in saldırganlığını sona erdirecek, kalıcı bir barışı sağlayacak bir sonuç belki çıkmadı, ama Libya’daki meselelerin askeri çözümle değil siyasi zeminde konuşularak çözülmesi gerektiği konusunda bir fikir birliği ortaya çıkmış oldu. Ayrıca, Berlin’in önemli getirilerinden birisi, Ulusal Mutabakat Hükümetinin hem katılanlar nezdinde, hem BM tarafından bir kez daha meşru hükümet olarak kabul edildiğinin tescil edilmesi oldu. Ayrıca, bir şekilde Hafter’e de ‘sen öyle istediğin gibi Libya’da her tarafı alıp hâkim olamazsın, burada Hükümetle birlikte müzakere ortamına girmen lazım’ denilmiş oldu.


Zor bir süreç başlıyor

- Bundan sonraki süreç zor mu kolay mı?

Zor bir süreç, bundan sonrası da zor, ama Berlin’de ortaya çıkan bu ateşkes umudunun çok diri tutulması ve bütün ilgili tarafların Hafter’e baskı yaparak, bir an evvel barışın ve ateşkesin sağlanması gerekiyor. Uluslararası camianın Ulusal Mutabakat Hükümetini güçlendirmek ve Libya’da bütün halkın katılımının sağlandığı meşru yönetimin gücünü artırmak konusunda da bir kararlılık içerisinde olması lazım. Baktığınız zaman, işin müzakere ortamına çekilmiş olması bakımından Berlin başarılıdır, ama fiilen ateşkesi sağlamak noktasında henüz tam manasıyla bir başarı ortaya konulmuş değildir. Burada Türkiye’nin, Sayın Cumhurbaşkanımızın son derece belirleyici bir rolü olduğunu ifade etmek isterim. Ayrıca, tabi ki TBMM’den Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri de dâhil olmak üzere gerektiğinde Türk askerinin Libya’ya gönderilmesi konusunda çıkarılan tezkerenin de Berlin’deki ateşkese zemin hazırlamak bakımından önemli bir katkı sağladı. Türkiye bundan sonra orada merkezi Hükümete eğitim destekleri verecek. Ayrıca, Türk askeri oradaki varlığı ile sivil halkın öldürülmesi ve sivillere karşı suç işlenmesini engelleyecek tabiri caizse barış misyonu yüklenmiş vaziyettedir.

Türkiye’yi denklemin dışına atamazlar

- Türkiye hem Suriye hem de Libya sorununda masada önemli görevler aldı, Türkiye’nin bölge için önemi nedir?

Hem Suriye meselesinde, hem Libya’da geldiğimiz noktada Türkiye’nin içinde olmadığı, Türkiye’nin içinde yer almadığı, yok sayıldığı herhangi bir çözümün olmayacağı çok açık bir şekilde bellidir. Hiç kimse Türkiye’yi ne Ortadoğu denkleminin dışına atabilir, ne de Doğu Akdeniz’deki bu yeni dengelerin içerisinde Türkiye’yi yok sayabilir; bu süreçler bunu da ispat etmiş oldu. Hep diyoruz ya, masada var olmanın şartı Türkiye’nin sahada var olmasıdır. Türkiye sahada ve masadaki gücünü bu süreçlerde ortaya koymuştur. Tabi ki hem Suriye sorununun, hem Libya’daki meselenin çözümünün öyle sabahtan akşama hemen halledilebilecek bir konu olmadığının farkındayız ve gerçekten zor bir süreç bekliyor her iki tarafı da. Ama Türkiye olarak kararlılıkla Suriye’de Suriye halkının yanında, Libya’da Libya halkının yanında durarak her iki tarafta da tüm kesimlerin işin içerisinde olduğu, demokratik süreçlerin inşa edilmesi için kararlılıkla sorumluluklarımızı yerine getiriyoruz.

Hafter maşa

- Hafter anlaşma imzalamadı. Arap ülkelerinin tavrını nasıl yorumluyorsunuz?

Şimdi öyle görünüyor ki, birileri Türkiye ile Rusya’nın anlaşarak Hafter’i barış masasına oturtmasından son derece rahatsız oldular. Görünürde Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan ve onların bir kalkanı olarak şu anda görünen Mısır üzerinden bu operasyonu yaptılar ama bölge denklemlerinin içerisinde var olmak isteyen ABD ile İsrail’in iradesinin bu işin arkasında olduğu anlaşılıyor. Dolayısıyla Hafter burada -hani sıkça kullanıyoruz ya vekâlet savaşları- birileri adına tam manasıyla bir vekillik yapıyor ve birilerinin tabiri caizse Ortadoğu’daki dengelerde var olma kaygısının aracı, maşası olarak faaliyet gösteriyor. Onun için diyorum ki uluslararası camianın da Hafter’i bir an evvel bu barışa ikna etmek, zorlamak gibi bir yükümlülüğü var.

Vekâlet savaşları bitmedi

- Vekâlet savaşları tam bitmedi o zaman…

Ne yazık ki. Vekâlet savaşları aslında yeni bir iş değildir. Bir asırdan biraz fazla Osmanlı’nın çözülmeye başladığı dönemden itibaren bu coğrafyaya baktığınız zaman, burada çok sayıda silahlı grupların emperyalistler tarafından silahlandırılarak sahaya sürüldüğü ve bunlar üzerinden denklemlerin değiştirilmeye çalışıldığı ve hatta değiştirildiğini biliyoruz. Dolayısıyla bu eski bir senaryonun, emperyal bir senaryonun bugünkü versiyonudur. Ama bugün maalesef daha ileri safhaya getirildi ve terör örgütleri üzerinden sürdürülen vekâlet savaşları tabiri caizse uluslararası ilişkilerin bir aracı, bir unsuru haline döndürüldü. İşte DEAŞ çok açık tipik bir örneğidir, Boko Haram aynı şekilde çok tipik bir örneğidir, PKK, PYD, FETÖ tipik bir örneğidir. Bu örgütlere kim niçin silah veriyor, kim nasıl lojistik destek sağlıyor, daha da önemlisi bu örgütlerin arkasındaki o siyasi zihin kimindir, kime aittir? Böyle baktığınız zaman maalesef birilerinin siyasette etkin olmak, uluslararası alanda etkin olmak için kullandığı çok tehlikeli, çok kanlı maşalar olarak terör örgütleri her yerde, silahlı gruplar her yerde kullanılıyor.


‘Erken seçim olmaz’

- Erken seçim olur mu?

Erken seçim olmaz. Türkiye seçimleri çok sık bir şekilde yaptı geçtiğimiz dönemde ve 2023’te cumhurbaşkanlığı seçimi, 2024’te de yerel seçimleri yapacaktır. Türkiye’nin bir daha bir seçim ortamına girmesini gerektirecek rasyonel siyasi şartlar da yoktur. Muhalefet partileri her zaman erken seçim isteyebilirler, ama erken seçimin oluşabilmesi için şartların oluşması, siyasi zeminin oluşması ve bu anlamda da siyasi iradenin ortaya çıkması gerekir ki Türkiye bugün erken seçim noktasından çok uzaktadır. Böyle bir konunun gündeme getirilmesi bile bu kadar çok ulusal ve uluslararası meseleyle boğuşan Türkiye’nin vakit kaybetmesinden başka bir şey değildir.

‘FETÖ’nün siyasete bulaşmamış olması düşünülemez’

- Devlet Bahçeli’nin 15 Temmuz’un siyasi ayağıyla ilgili söylemini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Birincisi; devletin içerisinde uzun bir süredir gizli şekilde yerleşmiş olan bir devlet ve millet düşmanı örgütten bahsediyoruz. Bu örgütün devletin her tarafında, yargıda, sağlıkta, eğitimde, askeriyede, polisin içerisinde var olup da siyasete bulaşmamış olmasını, siyasetin içerisine girmemiş olmasını düşünmek mümkün değildir. İkincisi; hiçbir kimsenin siyasetçi olması hasebiyle soruşturmalardan ve takibatlardan muaf olması diye bir şey düşünülemez. Siyasetçi olmak insanlara bu anlamda bir korunma sağlamaz. Üçüncüsü; özellikle 17-25 Aralık sürecinden sonra FETÖ’nün çok açık bir şekilde hangi siyasi gruplarla iş birliği yaptığı ortadadır. Hele hele 2014’te kapı-kapı dolaşarak, 2019 seçimlerinde de aleni bir şekilde Erdoğan karşıtı cepheye nasıl destek verdikleri ortadadır. Özellikle son seçimde yani 2019 seçimlerinde FETÖ’nün medya alanındaki önemli elebaşlarının bizzat çektikleri videolarıyla doğrudan doğruya İstanbul’da, Ankara’da ve diğer şehirlerde Erdoğan karşıtı bloka destek talep eden konuşmalarını hepimiz biliyoruz. Dolayısıyla gizli kapaklı bir şey yoktur, yani FETÖ çok açık bir şekilde özellikle 17-25 Aralık’tan sonra Cumhurbaşkanımızın karşısındaki cepheyi kuvvetlendirmek için bütün gücüyle savaşmıştır. Tabi ki Sayın Bahçeli’nin buradaki talebinin ben ciddi bir endişeden kaynaklandığını görüyorum. Eğer 15 Temmuz amacına ulaşsaydı herhalde sadece sıkıyönetim komutanları atanmayacak, Türkiye’de darbenin işbaşına getireceği bir yönetim de oluşturulacaktı. Bunların ortaya çıkarılması lazım.

İslam dünyasına ‘demokrasi’ çağrısı

- Arap ülkelerine çağrınız ne olacak?

Bölgemizin kanlı bir satranç tahtasına döndürüldüğü günümüz şartlarında, sadece Arap ülkeleri değil, bütün İslam dünyasına, bütün bu bölge ülkelerine çağrımız şudur: Bu bölge ülkeleri kendi aralarında sorunları müzakereyle ve karşılıklı rızayla oturup konuşarak anlaşabilme becerisini kazanmak mecburiyetindedir. Aynı şekilde ülkeler kendi içlerindeki farklılıkları da herkesin işin içerisine katıldığı demokratik süreçleri geliştirerek yönetebilme becerisini kazanmak mecburiyetindedir. Eğer böyle olmazsa, Allah korusun o zaman dışarıdan müdahalelere açık hale geliniyor. İşte Suriye, işte Irak bunun çok tipik örneğidir, işte Libya bunun çok tipik bir örneğidir. Eğer Libya’da, Irak’ta, Suriye’de halkın bütün kesimlerinin ekonomik ve siyasal karar süreçlerine katıldığı demokratik mekanizmalar olsaydı, yani despot yönetimler olmasaydı, bugün belki bu ülkeler bu iç türbülansın içerisine girmeyeceklerdi. Özetle şunu söylememiz lazım: Bütün bölge ülkeleri, İslam ülkeleri, Arap ülkeleri kendi meselelerini kendi çözme becerisini kazanmak mecburiyetindedir, aksi takdirde emperyalistlerin yumrukları bu coğrafyadan eksik olmayacaktır.

Libya’daki ayak izlerimizden rahatsızlar

- Türkiye bölgede ne amaçlıyor?

Türkiye’nin bu bölgedeki önemli sorumluluklarından birisi, hem güçlü bir Türkiye olarak ayakta durmanın mücadelesini vermek, hem de bu bölge halklarının tamamının daha fazla birleşmesini, bütünleşmesini sağlayacak bir iradeye öncülük etmektir. Cumhurbaşkanımızın öncülüğünde Türkiye’nin yaptığı şey budur. Yani Türkiye’nin artık edilgen, bakalım ne olursa olsun biz de seyredelim, bir tavır alırız şeklinde bir politika izlemesinin imkân ve ihtimali yoktur. İçeride birliği, dirliği sağlamış, özellikle savunma sanayi başta olmak üzere sanayide, eğitimde, teknolojide, inovasyonda ileriye gitmiş, daha da ileriye giden bir Türkiye’yi kurmak mecburiyetindeyiz. Dışarıda da oynanan oyunun farkında olarak hem bu oyunları bozmak, hem de kendi oyumuzu kurmak mecburiyetindeyiz. Bunun için de içerideki siyasi farklılıklarımız olabilir, ama dış meselelerimizde, milli meselelerimizde bir ve beraber olmak ve birbirimize destek olmak, yardımcı olmak mecburiyetindeyiz. Şimdilerde dışarıdan birilerinin, bazı emperyalist güçlerin, Türkiye’den rahatsız olması, Türkiye’nin Libya’da ne işi var demesinin ardındaki gerçek, aslında bizim Libya halkı ile var olan tarihi gönül bağlarımız ve oradaki ayak izlerimizden duydukları rahatsızlıktır. 1943-49 döneminde bazı emperyalist ülkeler Libya’yı nasıl paylaşırız hesapları yaparken, Türkiye BM’de Libya’nın bağımsızlığını savunmuş bir ülkedir. Türkiye 2020’de de Libya’nın bağımsızlığını savunuyor, o zaman Libya’yı bölmek isteyenler bugün yine aynı şekilde Libya’yı parçalamak, Allah muhafaza Suriye haline getirmek istiyorlar. Dolayısıyla, ben bazı emperyal güçlerin Türkiye’nin Libya’da ne işi vardır demesini anlarım da, Türkiye’nin milli politikalarını anlayamamış olan bazı siyasetçilerin Türkiye’nin Libya’da ne işi var demesini asla anlayamam.

YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER

banner195