Title of a News Article

Kobani düşerse. .

Radikal.com yazarı Cengiz Çandar Suruç ilçesinin yanı başında yaşanan Kobani'yi yazdı

Kobani düşerse. .
banner206
Kobani’deki bombardımanın son günlerde artmış olmasına rağmen, IŞİD’in yeni takviyelerle şehrin üzerine çullandığı ve önceki gün şehrin dörtte birini (kimisine göre) ele geçirmiş olduğu anlaşılıyor. ABD kaynakları, IŞİD’in “propaganda değeri”nden ötürü Kobani’yi çok istediğini ve Kürtlerin dışarıdan yardım gelmediği takdirde artık pek uzun süre direnemeyeceklerini belirtiyorlar. 

Kobani’nin düşmesi, Suriye’de IŞİD’e karşı Obama’nın ilan ettiği ve Amerikan hava harekâtına dayanan “yeni stratejisi”nin ilk önemli yenilgisini alması anlamına da gelecek. Böyle bir yenilgiyi önleyebilmek için, üzerinde en fazla beklentinin oluştuğu “NATO müttefiki” Türkiye’nin, Kobani’nin düşmesi konusunda kılını kıpırdatmayacağı da ortaya çıkmış vaziyette. 

Nitekim, New York Times gazetesi, iki gün Ankara’da temaslar yürütmüş olan Amerikalı general John Allen’ın ve NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in başkenti “elleri boş” terkettiklerini yazdı. 

BM’nin Kobani’ye Türkiye toprakları üzerinden açılmasını istediği koridor, hatta Türkiye’nin “bölgedeki tek dostu” Irak Kürdistan Bölge Yönetimi Başkanı Mesut Barzani’nin de Kobani’ye silah ve cephane sevketmek için bulunduğu öne sürülen “koridor talebi”nin yerine getirilmesinin mümkün olmadığı da görülüyor. 

Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, Kobani’ye 634 araçlık yardım yapıldığını (bunun tam olarak ne olduğu anlaşılmasa da), ancak silah sevkiyatı için bir “koridora izin verilemeyeceğini” televizyon ekranından açıkça ilân etti. 

Türkiye’deki iktidar, ABD, BM, NATO, Barzani, kendi ülkesinin Kürt vatandaşlarının istekleri ne olursa olsun, Kobani konusunda bütün bunlara kulaklarını kapatmakta kararlı. Daha önce defalarca yazmış olduğumuz bir kez daha –doğrulanmış olduğu için- belirtebiliriz: AKP iktidarı, Kobani’nin PYD’nin elinden çıkmasını, IŞİD’in eline geçse bile, IŞİD’le mücadeleden “daha öncelikli” görüyor. 

“Bölgede, Türkiye’ye ilerde emsal teşkil edebilecek bir Kürt özyönetimi örneğinin ortadan kalkmasını istiyor.” 
Kobani’nin istikbali, tüm insani dram boyutlarına yol açacak biçimde karanlık görünüyor açıkçası. Ama, zaten, AKP iktidarı için böyle bir durum da söz konusu değil; ya da öyle olması da “kabul edilebilir ölçüler” içinde bir gelişme olacak. 

AKP genel başkan yardımcılarından Profesör sıfatlı Yasin Aktay’ı BBC ekranından çıplak gözle izledim ve dinledim. Basit bir İngilizce ile, “Kobani’de bir trajedi filan yok. Zaten Kobani’deki ahali boşaltıldı. Onları biz kabul ettik bakıyoruz. Kobani’de teröristler kaldı. Kobani’de olan iki terörist örgütün çatışmasıdır” dedi. 

Bu konuda Yasin Aktay’a kızmak da gereksiz. Bu bakış açısı Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından ortaya konan, “IŞİD ile PKK aynı şeydir” belirlemesinin bir yansıması. Hatta, Tayyip Erdoğan, “Ey dünya, IŞİD’e lâf söylüyorsun da, PKK’ya niye söylemiyorsun” diye IŞİD’i kolladığı, PKK’ye “daha büyük bir belâ” gördüğü izlenimini veren bir çıkış yapmıştı.

Bütün bu gelişmeler, Türkiye’ye hafta içinde ağır bedel çıkarttı. Her türlü provokasyona açık, bölgedeki “şiddet iklimi”nin Türkiye’nin içine “ithal edilebileceği” bir tür “kitlesel ayaklanma” fotoğrafları yaşandı Türkiye’de. Önemli ölçüde can ve mal kayıpları söz konusu oldu. 

“Kürt siyasi ve duygusal iklimi”ni yakından ve iyi izleyen Arzu Yılmaz’a Diken’de şu satırları yazdıran gelişmeler: 

“Kürtler ayakta. Kürdistan’da hiçbir dönem olmadığı kadar yüksek katılımlı bir kitlesel ayaklanma var. Çocukları sokaklara dökülen ebeveynler acaba başlarına bir iş mi gelir endişesini bir tarafa bırakmış eylemlere destek veriyor. 

Mardin, Van, Diyarbakır, Siirt, Batman işin medyaya yansıyan yönü. Görünen o ki Kuzey Kürdistan’da şehir, kasaba, köy fark etmiyor; ortam bir kıvılcımla patlamaya hazır bomba gibi.” 
Ne ilginçtir ki, Türkiye’nin en “kıdemli” ve saygın Kürt politikacısı olan Ahmet Türk, Arzu Yılmaz’ın yazısını yazdığı sıralarda Hasan Cemal’e Mardin’de şunları söylüyordu: 

“Hiç bu kadarını hatırlamıyorum, böylesi ilk kez yaşanıyor” diye devam ediyor, “Bu tam bir ayaklanma, yani serhildan... Dün akşam Vali Bey arıyor, ‘Söyleyin de evlerine girsinler’ diyebiliyor. Şaka gibi... Kim dinleyecek ki bizi... Toplumsal olaylar bir an gelir, dizginlerinden boşalır… Hasan Cemal, bak bu iki gündür yaşananlar Kobanê serhildanıdır, ayaklanmasıdır. Örgütlü bir yapının ötesinde, halkın kendiliğinden isyanıdır bu...” 
İktidar sahiplerine bakarsanız, olanlar pek öyle “örgütlü bir yapının ötesinde, halkın kendiliğinden isyanı” yani “Kobani Serhildanı” değil. Daha önce Başbakan Ahmet Davutoğlu suçlamıştı, en son Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, HDP’yi sorumlu tuttu. Olayların HDP’nin açıklamasıyla ivme kazandığını, partiden gelen ikinci bir açıklamayla tansiyonun söndüğünü öne sürdü. “Bir siyasi parti böyle eylemsellik çağrısı yapamaz” diye konuştu. 

Oysa, olayların Kobani’nin düşmek üzere olduğu sırada, patlak verdiğini, iktidar görmek istemese de, herkes farkındaydı. “Tansiyonun sönmesi” ile Abdullah Öcalan’ın bir “mesajı”nın “devlet” üzerinden HDP’ye aktarılması ve Selahattin Demirtaş’ın basın toplantısı arasında doğrudan bir bağ bulunduğu da doğru. 

İktidar sözcüleri, buradan hareketle, olayların başlamasından Kandil’i sorumlu tutarken, yatıştırılmasının Abdullah Öcalan’ın müdahalesi sonucu olduğuna dikkat çekiyorlar. Bir “Kötü PKK-İyi Abdullah Öcalan” denklemi kuruluyor. 

Murat Yetkin, Radikal’de üstüste çok önemli “perde arkası” bilgilerle, olayların aldığı yön ve boyut üzerine, Davutoğlu’nun (Erdoğan diye de okuyabilirsiniz) “kullanılacak en son kart”a başvurduğunu, iktidarın “Öcalan’ı devreye sokarak” gelişmelerin önünü alabildiğini yazdı. 

Bu durumda, patlak veren “Serhildan” manzaralarında Kandil’in belli ölçülerde payı ve Kobani’nin ve iktidarın Kobani karşısında Kürtlerin beklediği duyarlılığı ortaya koymamasının tetiklemiş olduğu “kendiliğindenlik” unsuru ne kadar rol oynadıysa, yatışmasında “Abdullah Öcalan faktörü” belirleyici olmuştur denebilir. HDP, sadece “aracı konumda” kalmıştır. 

Ancak, geçen haftanın gelişmeleri son derece tehlikeli yeni bir mecraya işaret ediyor: AKP iktidarı, Kürtleri kontrol altında tutmak için elinde sadece iki araç kalan, o nedenle de, hayli “aciz” bir konuma kaymıştır. Bunlar: 

1. Kürtlere karşı güç kullanmak ve sertlik; 

2. “Yumuşak güç” olarak Abdullah Öcalan’a başvurmak. 

Abdullah Öcalan’ın etkisi ortada. İktidar ona rehin. Ama o da iktidarın elinde, İmralı’da. Bu karşılıklı “mecburiyet hali”, olayların seyrinin altında kalırsa, iktidarın elinde ne kalacak? 

Yani, Kobani düşerse, ki gidişat onu gösteriyor, AKP-Öcalan pazarlığı (buna “diyalog” denebilir ya da daha ileri gidebilir “müzakere” görüntüsü de alabilir) ne yönde ilerleyecektir? 

Öcalan’ın elinde Kürtlerin istediği parametrelerde Kürt sorunun çözümü için hangi “kart” bulunacaktır? Toplumsal olaylar, kabından taşarsa, iktidar, “Öcalan kartı”nı birkaç kez daha kullanılabilir “değer”de nasıl tutabilecektir. 

Türkiye’nin son haftasında yaşananlar ve Kobani’de önümüzdeki günlerde yaşanması muhtemel gelişmeler, gelecek açısından “iyi sinyaller” vermiyor. 

Güncelleme Tarihi: 12 Ekim 2014, 09:01
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER

banner195