Title of a News Article

Kürt sorunundan daha büyük sorunumuz var...

.

Kürt sorunundan daha büyük sorunumuz var...
banner206

Yazar levent Gültekin, Ağrı'da yaşanan tüm gelişmeleri değerlendirdi. 

 Nevruz’da dört günümü Diyarbakır’da geçirdim.

Diyarbakır’a gitmeden önce, PKK taraftarlarını haliyle ekranlardan tanıyordum.  PKK bayrağına ve Öcalan’a gösterilen sevgiyi çoğu kimse gibi ben de bir ölçüde ayrılıkçılık olarak algılıyordum.

Hatta HDP’nin Türkiyelileşme projesine önceleri aklım pek yatmıyordu.  Bir taraftan iyi bir şey olduğunu görüyor, diğer taraftan da sonuç alınabileceğine pek ihtimal vermiyordum.

Diyarbakır’a vardığımda zihnimde bu düşünceler vardı. İnsanlarla konuştum. En fanatiğinden en ılımlısına onlarca Kürt siyasi hareketi taraftarıyla sohbet ettim.

Bununla da yetinmedim. Demokratik Toplum Kongresi’nin merkezine gittim. Orada gerilla kıyafetli -bayram elbisesi neşesiyle giydiği çok belliydi- Nevruz organizasyonuyla ilgilenen yetkili bir genç vardı. Yüzüne bakınca kendimden bir parça gördüm. O kadar sıcak, o kadar temiz bir ifadesi vardı ki içimi ısıttı. Karşımdaki bir akrabamdı sanki.

Ve içimden şöyle dedim: Nasıl bir düşmanlık politikası izledilerse kendi kardeşimizle, arkadaşımızla, dostumuzla, komşumuzla aramıza büyük bir mesafe ve nefret duygusu yerleştirdiler.

‘Abi halk, sarılıp barışsınlar, bu iş bitsin istiyor’

Nevruz kutlamalarını izlemeye gelen gazetecilerden Celal Başlangıç bu gence bir soru yöneltti: “Halk ne istiyor? Barıştan ne bekliyor?”

O güler yüzlü genç tek cümlelik şu cevabı verdi: “Abi halk, gelsinler şu meydanda tokalaşıp sarılıp, barışsınlar bu iş bitsin istiyor.”

Bu cümlenin benzerlerini Diyarbakır sokaklarında yüzlerce kişiden duydum.

İşte bu sözleri duyunca anladım ki HDP, Türkiyelileşme projesini bu insanların talebi ve desteğiyle başlatmıştı.

Sonra Nevruz alanına gittim. Orada ellerinde PKK bayrağı olan gençler, kadınlar Öcalan’a coşkulu bir sevgi gösterisinde bulunuyordu.

Öcalan’ın “40 yıllık silahlı mücadele bitti. Artık demokratik mücadeleye geçiyoruz. Bundan sonra halkların kardeşliği etrafında herkesin özgür ve eşit olduğu bir ülkede yaşamak için çalışacağız” sözlerinin yer aldığı konuşmasının halkın üzerindeki olumlu etkisini gözlemledim.

Bu barış ve bütünlük çağrısına verilen içtenlikli desteği yakından müşahede ettim.

Peki başka ne gördüm Diyarbakır sokaklarında?

Yoksulluk gördüm. Eğitimsizlik gördüm.  İşsizlik gördüm. Hakların gasp edilmiş olmasının verdiği üzüntüyü gördüm. Ve hepsinden önemlisi tüm bunlara rağmen aklımın almadığı bir sıcaklık, içtenlik ve duygu yoğunluğu gördüm.

Hatta kendi kendime şöyle dedim: İstanbul’dan gelmiş bir yabancıya bile bu kadar içten ve sıcak davranan bu halkın Öcalan’a böyle davranması gayet normal.

Bizim anlamadığımız bir duygu yoğunluğu var o insanlarda.

PKK’yı Kanarya Severler Derneği olarak görmüyorum

Sakın yanlış anlaşılmasın. Geçmişte olanları bir çırpıda unutmuş değilim. PKK’yı Kanarya Severler Derneği olarak görmüyorum.

Çok hata yaptılar. Devletin yanlışlarını bu ülkenin suçsuz, masum, tertemiz gençlerine ödettiler.

Devlet onlara zulmetti, onlar da bizim masum çocuklarımıza.

Ama hangimiz hata yapmadık ki? Hangimiz temiz kaldı ki? Hangimiz devletin işleyişindeki bozukluğun etkisiyle yozlaşmadık ki? Hangimizi bizi birbirimize düşüren oyunları fark ettik ki? Hangimiz ‘öteki’ne insan gözüyle baktık ki? Hangimiz? Söyleyin Allah aşkına.

Daha dün PKK liderlerinden Cemil Bayık açıklama yaptı: “Artık Türkiye’ye karşı savaşmak istemiyoruz. Hepimiz çok hatalar yaptık. Ve ikimiz de yenildik.”

Yine Sırrı Süreyya Önder cuma günü Şirin Payzın’ın programında  “İktidar hakikat komisyonu gibi bazı adımlar atacağına kamuoyu önünde söz versin, PKK bir haftaya silah bırakır” dedi.

Kendi çocuklarının hatalarını, taşkınlıklarını, yanlışlarını alttan alıp çözmeye çalışması gereken devlet, bu açıklamalara rağmen Ağrı’da çatışma çıkardı ve insanları öldürdü.

Sorun çözmeyi hem bilmiyor, hem de düşünmüyorlar

‘PKK taşkınlık yapıyor, görmezden mi gelinsin’ dediğinizi duyar gibiyim.

Silah kullanmadan, düşmanlık gütmeden, yaraları kanatmadan güvenliği sağlamak bu kadar zor mu? İsteseler yapamazlar mı?

Üstelik PKK’nın öfkeli gençlerden oluşan tabanı orada ilk defa dün taşkınlık yapmadı.

Bu tür fanatik gruplar, ‘heyecanlı’ gençler tüm ideolojik çevrelerde mevcuttur.

Erdoğan’ın izlemeye giden partililer arasında bile kefen giyenlere rastlıyoruz. Kürt hareketi içinde de, evet, böyle ölçüsüz kimseler bulunuyor.

Barış süreci boyunca, üç yıldır, tam da barış adına, Kürt gençlerin ‘taşkınlıkları’ hiç umursanmazken şimdi seçim atmosferinde neden askerimiz silahlı çatışmaya giriyor?

Kaldı ki bu gençlerin öfkelerini dindirmek, kontrol altına almak için çaba gösteren insanlar da var.

HDP’nin çabaları, Öcalan’ın mektupları hep buna yönelik.

Öfkeyi dindirenlere yardımcı olacak değil de kabartacak bir yol seçen devletin amacı ne olabilir ki?

Çatışmacı bir politikadan ülkenin ne kazancı var?

Anlatmak istediğim şey şu: Bizim Kürt sorunundan daha büyük bir sorunumuz var. O da şu: Türkiye’deki güç odakları sorun çözmeyi hem bilmiyor, hem de düşünmüyor.

İstiyorlar ki birbirimizin kalbini söküp çıkaralım

HDP’nin barajı aşması Erdoğan’ın aleyhine, ülkenin ise yararına bir durum.

İşte böyle tuhaf bir çelişkiyle karşı karşıyayız.

Geldiğimiz noktada önümüzde iki yol var: Ya geçmiş hatalarımız, günahlarımız üzerinde tepinmeye devam edeceğiz, ya da yepyeni bir duygu ve yaklaşımla özgür ve eşit bir ülke yaratacağız.

Üzülerek belirteyim ki ülkemizi yönetenler bu kan davasını bize unutturmama çabasında.

Yaralarımızı her fırsatta deşerek siyaset yapıyorlar.

Çünkü bizi yönetenler ‘Özür dilerim’, ‘Hepimiz çok hata yaptık’ diyen bir kimsenin bu davranışını anlayacak, ‘Biz de çok hata yaptık, sen de bizi anla’ diye karşılık verecek asaletten ve bilgelikten yoksun.

İnsanların demokrasi, özgürlük… eşit ve insan gibi yaşama taleplerine ‘Hayır’ diyerek hepimizi eski günlerdeki o kirli kavga ortamına çekme gayretindeler.

Çünkü buradan besleniyorlar. Çünkü biz ne kadar kavga eder, ne kadar birbirimizi yersek onlar iktidarlarını o oranda garantiye alıyor.

İstiyorlar ki birbirimizin kalbini söküp çıkaralım. İstiyorlar ki hepimiz onların önünde diz çökelim. İstiyorlar ki onlar iktidarını sürdürsün, bizler de açlık, yoksulluk içinde yaşayalım.

Tercih bizim

Çünkü bizi barış içinde yönetecek bir zekaları yok. Bize huzur getirecek bir kabiliyetleri yok.

Burayı yaşanabilir bir ülke yapacak ahlakları yok. Herkese özgürlük sağlayacak bir birikimleri de yok.

Demokrasiyi ise ne içselleştirdiler ne de anladılar.

Tek bildikleri: Bizi birbirimize düşman ederek üzerimizde otorite kurmak.

Bu politikayı sürdürmek için hem barajı kaldırmadılar hem de HDP’nin aşmaması için çabalıyorlar.

Erdoğan ve onun destekçisi genelkurmay ne yazık ki HDP’nin barajı aşmasını engellemek için her yolu deniyor, deneyecek.

Diyarbakır’da yaşayan o barış ve dostluk duygusunun daha fazla güçlenmesi için HDP’nin Türkiyelileşme projesinin başarılı olması gerek.

Eğitimsizliğe, işsizliğe, eşitsizliğe, yoksulluğa mahkum edilmiş o insanların yaralarını sarmak için siyasetin zemin olması gerek.

Tüm bunlara rağmen Erdoğan ve destekçisi genelkurmayın hesaplarına alet olacak mıyız?

İdeolojimizin üç günlük iktidarı için gelecekte çocuklarımızın ölümüne sebep olacak bir ortamın yaratılmasına destek mi olacağız?

Aklını yitirmiş, ihtirasına yenik düşmüş bu zevatın kirli siyasetine malzeme mi olacağız?

Ya hep beraber huzur içinde yaşayacağımız bir ülke için bu sefil ruhlu siyasete yol vermeyeceğiz,  ya da 50 yıl daha çocuklarımızın öldüğü bu ülkede birbirimizi yiyerek ömür tüketeceğiz.

Tercih bizim.
diken. Com.tr
 

Güncelleme Tarihi: 13 Nisan 2015, 01:19
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER

banner195