ÖLÜM ÇOK YAKIN... HATIRLA !

Karşılığında hiçbir bedel ödenmeyen, göz açıp kapayıncaya kadar geçen kıymeti bilinmez bir ömür...

Nasıl da harcıyoruz bu ömrü? Hiç düşünmeden, mirasyediler gibi. Hiç sorgulamadan...

Heves, arzu ve hırslarımızın oyuncağı olduğumuz, nerede durup nefesleneceğimizi düşünmeden yitirdiğimiz, harcayıp da yerine koyamadığımız koskoca bir ömür.

Hakikaten öyle...

Yaşam mücadelesi diye kazanmak istediğimiz her şey, bizi farkında olmadan harcamış, tüketmiş.

Halbuki, dünyalıklarımız çoğaldıkça biz tükenmişiz.

Hiç bir dahilimiz yok yaşamın başlangıç ve sonuna.

Ancak, ciddi bir özgürlüğümüz var, hayatımıza yön verme hususunda. Bu özgürlük iyiye, kötüye, daha iyiye, daha kötüye ulaşma fırsatı tanıyor, insanı insandan ayırıyor.

Adem’le Havva o küçük imtihanla; “Herşey serbest, o ağacın meyvesi yasak, sonsuza dek yaşam.” Vadedilmişken yasak olana meylederek doğru ile yanlışın içinde geçecek bir ömre sebep oldular.

Bir çok şey zıttı ile anlama büründü: iyi-kötü, güzel- çirkin, merhamet-zülum gibi...

Hayatla girişilen bu kavgayı ne bir hırs, ne bir kazanç, ne de bir başarı durdurabiliyor. Bütün tutkular insanın gözünü karartıyor. Bencillik ve ihtiraslar içinde haksızlıklar, zulümler, hayasızlıklarla bizi biz yapan değerler yitip gidiyor.

İnsana dünya dar geliyor, yetmiyor. İnsan öyle bencilleşiyor ki kendine bile zulmetmeyi mübah sayıyor. Güce sarılıyor, kendini efendi, diğerlerini kul köle görüyor.

Ve bir ses geliyor 1400 yıl öncesinden.!!

"Dünyevi hazları gözden düşüren ÖLÜMÜ SIK SIK HATIRLAYINIZ.”

Kalpleri yumuşatacak müthiş bir reçete Hz. Muhammed (sav)'den...

Ölümü hatırlamak! Müthiş bir uyarıcı.

Her vesileyle bir cazibe merkezi haline sokulan dünya, ölüm hatırdan çıktığında rakipsiz kalıyor, hayat tek ve içindeki hengameler amaç olarak kalıyor. Böyle olunca, insan hayatın değil, hayat insanın hükümranı oluyor.

Sanki ölüm bize değil de başkalarına yazılmış, başkalarının derdi gibi gaflete düşüyor, kendimize yakıştıramıyoruz. Halbuki, ölüm insanoğluna öyle yakın ki nefesi alırsın veremezsin, verirsin alamazsın.

Dünya nimetlerinin kaybedilmesi gibi kuru bir korku duyuyor insanlar...

Ölümü anmak korkmak değildir, sonucu itibarıyla ölümü düşünmek ve ölüm sonrasına dair fikir sahibi olmaktır.

Ölümle hayatın geçiciliğini düşünmek, nefsin sonu gelmez tehlikeli istek ve arzularına direnme gücü verecektir.

-“Ne için yaşadım? Ne için ölüyorum?” muhasebesine ve kötü ve kötülüklerle mücadeleye sevkedecektir.

Ölüm bir son değil, bir felaket değil, öldükten sonra başa nelerin geleceğini düşünerek yaşamanın semeresinin alınacağı vuslatın başlangıcı, hayatı sebepli kılan ilahî bir fırsattır.

Bu şekilde kabullenme dünya nimetlerinin mutlak sahipliğinden, emanet bekçiliğine razı eder, terfi ettirir insanı.

Ne güzel fırsat vermiş yaradan; ölüm gelip çatmadıkça hiç bir vakit geç değil, en başa dönmek, tevbe ve rahmet kapısını aralamak için. Tevbeyi geciktirmeyin!

Çünkü ölüm aniden geliyor.

Ve Yüce Allah’ın bir kanunu yürekleri sarsıyor. Enbiya suresi 35. Ayet; ” Şüphesiz her can ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak, hayır ve şer ile deneriz...”

İşte hayatın özü bu Adem ve Havva ile başlayan imtihan!!!

Neticede;

Bütün yollar ölümle bitiyor.

Uyanmayı, ölüm anına bırakmayın.

Ve çok açık bir gerçek,

İnsan ölümü unutsa da ölüm insanı unutmuyor...

Hayırlı ve güzel bir ömrünüz olsun, kalın sağlıcakla...