ŞUARA

Biraz zaman önceydi. Israrla öğlen yemeği hazırlayıp bir şair, bir şiir yorumcusunu öğlen vakti yemeğe davet edip hasbihal edelim dedim.

Onlar sadece çay olsun dese de yemeğe ikna edip, bir kaç ertelemeden sonra çocukluk arkadaşım Ömer Faruk Gözoğlu ile Şair Bekir Urfalı’yı fakirhanemizde ağırlama şerefine eriştim. İlkini bilirdim de ikincisi de “az yiyen”lerdenmiş.

“Şairler” konu olunca aklıma “Şuara suresi” gelir. Ve ayette şairlerin yalancılar olduğundan bahsettiği.

Kur’an’ın bahsettiği yalancı şairleri, günümüz şairleriyle kıyasladığımda aralarında çok büyük fersah olduğu kanısına varıyorum ki, o dönemin şuarasıyla bugünkü televizyoncu - gazetecileri kıyaslamak daha doğru olur. O dönemden 1900’lü yılların başına kadar şairlerin bambaşka bir iş-işlevi vardı. Yazılı kaynaklar olan gazeteler, dergiler yoktu. Radyo televizyon henüz icat edilmemişti. Oradan oraya gezip dolaşan şairler meseleleri aktarır, kişiler hakkında yorum yapardı. Kur’an geçmişten haber verirken, şairler “esatir’ül evvelin” (eskilerin masalları) diye ayete dil uzatırken, Kur’an onları tanımlıyordu: “Onlar her vadide şaşkın şaşkın dolaşır, yapmadıklarını yaptık diye söylerler.”

Meşhur İslam Alimi Elmalılı Hamdi Yazır bu ayeti yorumlarken “Her telden çalarlar ve otlarlar” tabirini kullanmış ve onların menfaat peşinde koşan kişiler olduklarını ifade etmiştir.  “Otlamak” tabiri günümüzde “otlanmak” şeklinde de kullanılır ve “başkasının sırtından menfaatlenmek” anlamındadır.

Dolaysıyla dün kötü dediğine bugün iyi diyebilen, çoğu yalan yanlış bilgiler aktaran, kendisi doğru olmadığı halde en çok doğruluktan dem vuran ekseriyetle gazeteci-televizyonculardır. Kısacası “basın”dır.

Yine Kur’an’ın bahsettiği dönemle günümüzü kıyasladığımızda, o dönem şairlik önemli bir kurumdu. Yasama, yürütme ve yargılamadan sonra gelen en etkili güçtü. Aşiretler tarafından yönetilen toplumda her aşiret güçlü şairleriyle övünür, propagandalarını yaptırırlardı. En güçlü şairlerin şiirleri Kâbe duvarlarına asılırdı.

Şiir o derece önemliydi ki, toplumun büyük önem verdiği bu şairler Kur’an’ın ahengi ve tertibi karşısında şaşkına dönüyorlar “şair sözü” diyorlardı.

O zaman nuzulü devam eden, bugün tamamlanmış olan Kur’an’a baktığımız zaman böyle bir mucizenin ancak İlahi bir kelam olacağına inanmaktan başka çaremiz yok. Öyle ki, Kur’an’ın mucizelerinden bir tanesi de “gün” anlamına gelen “yevm” kelimesinin tam 365 kez, “günler” anlamına gelen “yevmeyn-eyyam” kelimesi 30 kez, senenin ayları anlamında ay 12 kez geçer ve ayların sayısının 12 olduğu açıkça ifade edilir. Kur’an, o dönemin şairlerine böylece meydan okur.

Artık devran değişmiş, aşiretlerin yerini büyük şirketler, holdingler yani sermaye almış, şairlerin yerini ise medya almıştır. Kur’an’ın bahsettiği dönemdeki şairlerin işlevini medya üstlenmiş, dün kötü dediğine bugün iyi diyen yalancılar medyaya doluşuvermiştir. Tüm gaye otlanmaktır.

Peki bugünün şairlerinin-yazarlarının pozisyonu nedir?

Bence hiç...

Yazdığı eseri bile kendi parasıyla bastıran kişi, tuvalini, boyasını kendi parasıyla alıp resim yapan, sonra onu satmaya çalışan ressamdan farksız “sanat için sanat” yapmaktadır.

Tarih okumalarından anladığımız kadarıyla Osmanlı döneminde de şairlere büyük önem verilir, saraya çağrılır, nemalandırılırlardı. Çünkü o şairler halk içinde gezerek propaganda yapar, düzeni eleştirirlerdi. Saray da onları sahiplenerek aleyhlerine olan durumu lehe çevirmeye çalışırdı.  Padişah 1. Ahmed’in saraya çağırdığı Şair Nef’i, 4. Murad dönemine kadar korunmuş kollamış, zaman zaman Şeyhülislam’la, Vezirlerle ilgili rahatsızlığını hicviyeleriyle dile  getirmiştir.

Kendisine kelp (köpek) diyen Tahir Efendi adlı birine yazdığı hicviye çok meşhurdur.

“tahir efendi bana kelp demiş

iltifadı bu sözde zahirdir

maliki mezhebim benim zira

itikadımca kelp tahirdir”

dizelerini kaleme almış ve bunun üzerine mahkemelik olmuştur. Arap alfabesi kullanılan Osmanlıca büyük-küçük harf kuralı işlemediğinden kelimeler cins veya özel isim olarak da ayırt edilemez, dolaysıyla iki manaya gelir. Kadı karşısında hicviyesini yorumlayan Nef’i, Maliki mezhebine göre köpeğin kuş, kedi gibi necis olmayan temiz yani tahir hayvanlar sınıfında anıldığını şiirinin bu anlama geldiğini ifade ederek cezadan kurtulmuştur.

Anlatılana göre 4. Murad Nef’i’yi sevdiği için hicviyye yazmaktan menetmiş ancak Nef’i yine rahat durmamış ve  Vezirlerden biri hakkında hicviye yazmasından dolayı sarayın odunluğunda boğularak öldürülmüştür.

Sonuç olarak şairin yerini günümüzde medya almıştır.

Medya insanlara yön veren, iktidarları değiştiren, gidişatlara etki eden bir kurum haline gelmiştir.

Peki “iyiliği emreden, kötülükten men eden” şairler ne yapsın?

Onlar da medyada yer alsın diyerek, kapımızı ve sayfalarımızı “şuara”ya açtık.

Gayemiz; Allah’ın bahsettiği yalancılardan olmamaktır.