Herkese merhaba!

Zamanın ruhu psikoterapi! Psikoterapinin kelime anlamı ‘ruhsal iyileşme’ dir. Başlı başına bu anlam bile kişinin kendine bir çağrıdır.

Günümüzde gitgide artan psikolojik sorunlara çözüm arayan biz psikologlar, bizimle paylaşılan ‘acı hayat hikayeleri’nden ne kadar etkileniyoruz? Bu aslında bazı danışanlarımız ve çevremizdekiler tarafından merakla bize yönlendirilen bir soru. Bu yazımda bu soruyu sizler için yanıtlayacağım.

Öncelikle ‘acı hayat hikayeleri’ nden etkileniyor muyuz sorusuna cevaben, danışanlarımızın getirdikleri sorunları hissetmek ile bunları hayatlarımıza taşımak arasında fark olduğunu söylemek istiyorum.

Bizler ruh bilimiyle çalışan kişiler olarak bu sınırlılığı bilen ve bunun eğitiminden geçen bir meslek grubuyuz. Ve hatta süpervizyonlar ile kendimize kör olduğumuz noktalarımızı tanıyor, ‘acı hayat hikayeleri’ ve kendi hayatımız arasındaki sınırlılıklar ile ilgili de eğitimlerden geçiyor ve mesleğimizi icra ederken gerek duyduğumuzda bu konu ile ilgili meslektaşlarımız ile görüşmeler yapıyoruz.

Terapötik ilişki içerisinde, danışan-terapist ilişkisi belli sınırlılıkları kapsar. Bu sınırlılıklar arasında nasıl ki ‘gizlilik esası' hakim, terapi sonlandığında danışanın sorunu, paylaşımın yapıldığı yerde kalır. Psikolog ruhsal çıkmazlara merhem olurken, getirilen sıkıntıların sorumluluğunun bilincinde, bilimsel kuram veya kuramları, yöntem, teknik ve ölçekleri terapi sürecinde kullanarak danışanıyla iletişim kurar ve danışanın içinde bulunduğu sıkıntıyı sağaltmaya yönelik çalışmalar yapar. Bu süreçte, danışanın geçmiş yaşam deneyimleri, hayatına dair beklenti ve hedefleri, yaşamına dair çıkmazları üzerinde ‘bilimsel bir çalışma’ yapar ve danışanın da sorunlarının çözümüne yönelik, hayatına dair sorumluluk almasını sağlayarak bir analiz sürecine girer.

Bir noktaya daha değinmek istiyorum ki belki de en önemlisi, bu yolda en az duyduğumuz ve bize sık söylenmeyen şey acılarla büyüdüğümüz, geliştiğimiz, dönüştüğümüz. Dış dünyada atılan mutluluk naralarının içinde gizli olan acıdan bahseden çok az kişi var.  Frankl’ ın da dediği gibi ‘’acı kaçınılmaz bir deneyim.’’ Kişi kendi bilişleri ile yüzleştiğinde ve bu bilişlerini kontrol etmeyi öğrendiğinde ‘acıyı bal eyleyen insan’ olarak yoluna devam ediyor ve hayati dengesi artık kendi kontrolünde olmaya başlıyor, benliğini tanıyan, fark etmeye hazır, kendi düşünce ve yansıtmalarının parazit yapmasına mani olan, sorgulayan, hayatına dair gerçekçi ve işlevsel değerlendirmeler yapabilen bireyler dengede olabiliyor. Psikoterapide amaçladığımız da, kişinin bozulan dengesinin düzeltilmesi ve yaşamının geri kalanında dengeli bir birey olarak yoluna devam etmesinin sağlanmasıdır.

Hastalandığımızda, bağışıklık sistemini güçlendirmek, tedavi sürecini hızlandırmak için yapılan iğne sonrasındaki yanma hissini düşünün veya sağlıklı bir vücut için yapılan yürüyüş veya koşu sonrası hissedilen kas ağrılarını...

Bireyler ruhsal sorununu gidermeye yönelik adımlarda, yüzleşmelerde de bir nevi yanma hissine, acıya maruz kalabilir. Kısaca bireyin ruhsal iyileşmesinin sağlanması için de ‘acı’ ya hazırlıklı olması, hazır değilse de hazırlanması gerekir.

Evet acıyı anlamak, kabul etmek bazen çok kolay olmayabiliyor. Kendimizi keşfederken ‘ACI’ ile dönüşeceğimizi tekrar vurgulamak istiyorum. Yaşam, yalnızca iyi olanı hissetmekle değil, dengede olabilmek ve tüm duyguları hissetmek ile ilgili. Herkes kendi hikayesiyle çok değerli. Yeter ki kişi fark etmeye hazır olsun!

Cevabını merak ettiğiniz sorularınız ve öğrenmek istedikleriniz için yorum bırakabilirsiniz. Bir sonraki yazımda buluşana dek sevgiyle kalın.

 

Psikolog Hande DUTAR

FizyoHayat Sağlıklı Yaşam Merkezi-Psikoterapi ve Danışmanlık Servisi

Şanlıurfa