Dedemin evlenme hikayesini de babamdan dinledim. Dedem, çocuk yaşlarda babalığı ile geldiği köyde yetişip evlenme yaşına geldiğinde köye gidip gelen bir aile ile tanışırlar. Karakeçililerden olduğu söylenen bu ailenin büyük kadını dedemin annesi Ayşe ile sıkı dost olur. Köyde genelde herkes akraba olduğu için birbirinden kız alıp verir. Dedem ise köye sonradan gelen bir ailedir ve kimsesi yoktur. Dolaysıyla kimse kızını vermek istemez. Karakeçililerden olan bu ailenin de dünyalar güzeli Zeliha adında bir kızı vardır. Sarı saçlarının iki kalın örüğü belinden aşağı uzar, bembeyaz teni ve masmavi gözleri vardır. Köyün gençleri Zeliha’ya vurgun olsa da annesi dedemin annesi ile dost olduğu için güzel kızını dedeme vermeyi uygun bulur. Derken evlenirler. Ardından dedemin annesi de ölür. Köyde defnederler. Genç yaşta evlenen dedem hiçbir kan bağı olmayan annesinin ikinci eşinin üç çocuğuna da böylece babalık yapmaya başlar. Onları da koruyup kollar, gözetir. Soyadı kanunu çıktığında annesinin kocası Şeker soyadını alınca bu isim bize kadar gelir. Dedemin hem abilik hem babalık yaptığı üç kardeşliği de dedemi kardeşleri olarak bilirler. Kendi asıl ailelerine ait hiçbir şeyi bilmezler. 2015 Eylül’ünde konuştuğum dedemin bu kardeşliklerinden Halil’in oğlu Sinan’ın oğlu Halil, dedelerinin benim dedemle öz kardeş olduklarını biliyordu.

Dedem çok becerikli, güçlü, kuvvetli bir adam olmasına rağmen asabi olmasıyla da meşhurdu. Asabiliği ise sadece evde kalırdı. Nenemle sürekli dille kavga ederdi. Nenem ise her kavgasında dedeme karşılık verirdi. Adı Hamdi idi, nenem kızınca Hamdin derdi. Din, Kürtçe’de deli anlamındaydı. Dedem ne kadar bağırıp kızsa da sofraya oturduklarında nenem hiçbir zaman küslük yapmaz, dedemin de sinirleri sofradan sonra yatışır, güler konuşur nenemin gönlünü almasını bilirdi.

Nenem köye şehirden gelmişti. Evlerinin Harrankapı’da Arabi Camii’nin doğusundaki küçük tetirbenin karşısındaki kapı olduğunu söylerdi. Köye geldiğinde köy hayatında çok şey değiştirmişti. Ben köyde olduğumda şahit olurdum. Köyde hiç kimse nane, maydanoz, yeşil soğan, havuç, turp gibi sebzeleri bilmezdi. Nenem ise şehirden aldığı tohumları köye götürür hem evin avlusundaki bahçesine hem de bazen tarlanın küçük bir yerine ekip yetiştirirdi. Kışın en az ayda bir iki kez şehre gelir, beni de yanına alarak o zaman hal pazarı olarak kullanılan Mevlevihane’ye giderdik. Şimdi Haşimiye meydanında Mevlevihane Camii’nin önündeki boş alan hal pazarıydı. Mevlahana diye söylenirdi. Burada çeşit çeşit tohumluklar alır, çantasına koyar köye giderken götürürdü.

Nenemin bir de kardeşi vardı. Babamın “dayılarım” dediği, benim bugüne kadar tanıma fırsatı bulamadığım bu aile de Karakeçili olarak bilinen bir aile. Nenem sakız çiğnemeyi ve kabak çekirdeği yemeyi çok severdi. Gerek kendisi şehre geldiğinde gerekse biz köye gittiğimizde sakızını isterdi. O zamanlar şekersiz Özcan ve Bayram sakızları vardı. Biri mavi, diğeri kırmızı ambalajlıydı. Nenem illa mavi olanını isterdi. Birgün bize geldiğinde “Hani sakızım?” dedi. Bir avuç dolusu sakız alıp getirdim. Kabak çekirdeği de sevdiğini bildiğimden bir külah da çekirdek aldım. Çekirdeği yemeden alıp yeleğinin büyük cebine koydu. Sakızını açıp ağzına attı. Kış ayları olduğu için sakız kurumuştu. “Aynı kenger sakızı olmuş” dedi. Sakızı ağzının ısısıyla yumuşatıp çiğnemeye hazırlanırken  kendisinden küçük olan bu tek kardeşi hakkında bir gün şunu anlattı. “Sakızı alıp ağzımda çiğnemeye başlardım hemen kardeşim gelip ağlayıp sızlar sakızımı isterdi. Sakız da bulunmuyordu. Ancak bahçeye filan gidince kenger sakızı topluyordum. Her zaman da bulunmuyordu. Kenger otunu çekip sütünü kaşığa akıtıp kurutunca küçücük bir çiğnem sakız çıkıyordu. Zor bulduğum için ben de vermek istemezdim. Çünkü bir iki çiğneyip sonra yutuyordu. Yutmayıp çiğneyip geri verse verecektim. Kardeşim huysuzluğa devam edince annem kızar gelip ağzımdan sakızı alıp ona verirdi.

Ben de uzun uzun sakızım için ağlardım. Şimdi bir sürü sakız var, sakız çok olmuş” diyerek sakız meselesi üzerinden kardeşini hatırlardı.

Nenem ve dedem şehre geldiğinde bir kızının ve üç oğlunun evinde sırayla kalırdı. Dedem bir iki gün kalıp köye geri dönse de nenemin tatilleri biraz uzunca sürürdü. Bize veya diğer amcalarımın evine gidince çocuklar bayram ederdik. Televizyon sadece akşamları birkaç saat olduğu için ve elektrikler sık sık kesildiği için nenemin hikayelerini dinlemeye bayılırdık. Bazen günlerce süren hikayeler anlatırdı. Gece geç vakitlere kadar anlatır, yatsı namazını kıldıktan sonra devam ederiz deyip bir ara verirdi. Namazdan sonra anlatmaya devam eder, uykusu gelince esnemeye başlar, devamını yarın anlatırız derdi. Bizim de o hikayelerin heyecanından gözümüz faltaşı gibi açılmış, uykumuz kaçmış olurdu. O uykudan gözleri kapanıp, esnemeye devam ederken biz ise hikaye devam etsin isterdik. Ama nafile, sonunda kızar böyle yaparsanız bir daha gelmem derdi. Bizler de mecburen yatağımıza girdiğimizde kardeşler arasında hikayenin sonunda ne olacağını tahmin etmeye çalışır, konuşa konuşa o merakla uykuya dalırdık. Nenemin mavi beyaz, küçük kareli bir çarşafı vardı, başını sarı işlemeli bir örtü ile örter buna yamşah derdi. Kınaya boyanmış saçları bazen baş örtüsünün arasından çıkar, “A! Nene senin saçın kırmızıymış” derdik. O da saçının gençliğinde sapsarı olduğunu, iki örük yaptığını anlatır, örüğünün kalınlığını sağ elinin baş ve işaret parmaklarını c harfi şeklinde yuvarlayarak “Her biri böyle kalındı” kalçasını işaret ederek “Taa burama kadar uzundu” derdi. Evimize gelince hemen çarşafını ve ayakkabısını saklar, gitmesini istemezdik. Çarşaf ve ayakkabı saklama işi bizim için o kadar ciddiydi ki, onları almadan gitmeyeceğini biliyorduk. O da birkaç gün kalıp gitmesi gerektiğinde “Hadi verin çarşafımı, ayakkabımı” derdi. Öyle ısrar edip ağlayıp sızlardık ki bazen bizi kırmaya gönlü razı olmaz bir iki gün daha kaldığı olurdu. Ama biz hiçbir zaman o çarşaf ve ayakkabıyı kendisine teslim etmedik. Israrına dayanamayıp annem çıkarıp verirdi. Bu sefer bizler zır zır ağlardık, neneme yapışıp gitme derdik. Tekrar geleceğim dediğinde ise sözünü alır, sevinirdik. Okuldan gelip eve girdiğimizde nenemizi evde gördüğümüzde sevinçten havalara uçardık.