Annem, nenemi çok severdi. Anneannem yıllar önce boşanıp, başka bir kocaya vardığından anneme soğuktu. Herhalde annem de bu soğukluğu nenemle gideriyordu. Annesinden daha çok kaynanasını severdi. Hiçbir gün huzursuzluk yaşamadılar. Nenemin hastalandığı bu günlerde annem kirli çamaşırlarını yıkayıp, temiz elbiselerini giydirmek için nenemin çantasını açtığında bir ip haline getirilmiş bir bezle sarılı bir top beyaz kumaş bulmuş. O zamanlar iç çamaşırları hazır olarak alınmazdı, beyaz bezlerden kendileri dikerlerdi. Çamaşırlarıdır diye ipi açınca bu beyazın bir kefen olduğunu görmüş ve korkmuş. Babama, “Aney ölecek, gelirken kefenini de getirmiş” dedi. Annem ölüden çok korkardı. Çok sevmesine rağmen nenemin ölüsünün bizim evden çıkmasını istemedi. Babam da bunu anlayışla karşılayıp, amcamla birlikte nenemi alıp Halil amcamın evine götürdü. Nenem evden giderken kendi ayaklarıyla kalktı, annemle helalleşti, bizleri öptü. Ramazan ayıydı ve oruçluydu. Kapıdan çıkıp bir taksi çevirdiler. Binip gittiler...

Ertesi gün nenemin öldüğü haberini aldık.

Evimiz başımıza yıkılmış, hepimiz ağlıyorduk.

Kalkıp ailece nenemin öldüğü Halil amcamın evine gittik. Kapı aralığından evin içine baktığımızda yerde yatan nenemin üstünü örtüp, üzerine bir bıçak koymuşlardı. Diğer yanda bir kazan konmuş, altında ateş yakılmıştı. Amcam ve halamın çocukları hepimiz ağlıyorduk. Çok üzgündük. Bir daha kim bize hikaye anlatacak diye bir birimize yakınıyorduk. Sonra nenemiz bir tabutun içinde evden çıkarıldı. Ben oniki yaşındaydım, abim onbeş, en büyük halamız oğlu onyedi yaşındaydı. Tabutun arkasından yaşlı gözlerle camiye, ardından Bediüzzaman mezarlığına kadar gittik. Ailemizden ölen ilk kişi nenemizdi ve o mezar bizim için çok önemliydi. Ailemizden kimse şimdiye kadar ölmediği için burada aile mezarlığımız yoktu. Babam ve amcalarım biraz torpillice bir iş yapıp, mezarlığın kuzeye bakan kapısından içeri girilince hemen sağa dönen yol üzerinde bir mezar kazdırmışlardı. Bu mezar, ailemizin ilk mezarı oldu. Daha sonra kanserden ölen ablam Ayten’e de bu mezarın yanında bir mezar kazıldı. Burada iki mezarımız oldu. Yıllar sonra hayata veda eden dedemi Sancak köyü mezarlığına defnettik.

Büyük amcam Halil köyde okul açılınca okula başlamış. Okuma yazmayı çözünce dedem bir gün al kağıdı kalemi gel bir mektup yazalım demiş.

Babam bu olayı şöyle anlatıyordu:

“Abim Halil kağıdı kalemi getirdi. Babam söyledi o da yazdı. Epey uzun bir mektuptu. Karaköse’den çıktıktan sonra yaşadıklarını, Sumeydanı mahallesinde geçen çocukluğunu, gençliğini, annesinin biriyle evlenmesini ve neler yaptığını, şimdi nerede yaşadığını yazdırdı. Mektubu yazdırdıktan sonra abime okuttu. Bir zarf getirip içine koydu. Zarfın üzerine de Halil oğlu Aziz / Karaköse  diye yazdırdı. Bu mektup yazıldığında 1955 yılıydı. Mektubu şehre gelen biri veya babam postaya vermiş. Aradan yaklaşık iki ay geçtikten sonra bir mektup geldi. Bu mektup, babamın amcası Aziz’e yazdığı mektubun karşılığıydı. Babam bu mektuptan sonra çok sevindi. Ahlat’ta kaybettiği babasından sonra baba yerine koyduğu amcasına kırk yıl sonra ulaşmış olmanın mutluluğunu yaşamıştı. O zaman bize anlattı. Amcasının Karaköse’de olduğunu söyledi. Ağrı’yı Karaköse olarak biliyordu. En yakın zamanda Ağrı’ya gitmeye karar vermişti. Ha bu yıl, ha bu yıl diye sürekli erteliyordu. O zamanlar Urfa’dan kalkıp Ağrı’ya gitmek büyük bir işti. Çok zor olmasa bile babam bir türlü bunu sağlayacak kadar maddi feraha eremedi. Çok cömertti, eli açıktı. Yaptığı işten, icardan, ticaretten ya zarar ediyor yada sadece karnımızı doyuracak kadar birşeyler kazanıyordu. Bu sene, gelecek sene diye diye Ağrı’ya gidemeden öldü.”

1955 yılında amcasının yaşadığını öğrenen bir insan, öldüğü 1994 yılına kadar bunu unutmamış ama aradan geçen 40 yılın üstüne bir 40 yıl eklemesine rağmen bu ziyaretini başaramamıştı.

Dedemin ölümünden sonra amcası Aziz’in torunlarından biri Urfa’ya asker olarak geldiğinde babası Urfa’da akrabaları olduğunu söylemiş. Aziz’in oğlu Cumali’nin oğlu Yusuf Urfa’ya asker olarak geldiğinde babam ve amcalarımı arayıp bulmuştu. Birkaç yıl sonra Yusuf’un abisi İsmail’e bizim aileden amcamın kızını istemek için geldiler. 1995 veya 1996 yılıydı. Aile büyükleri de geldi. Dedemin yazdırdığı o mektubu Cumali amca anlattı. Babasına mektubu okuduğunu, babasının bir sevindiğini, bir ağladığını, defalarca mektubu okuttuğunu söyledi. Urfa’dan 40 yıl önce götürmek istediği halde götüremediği yengesi ve yeğeninden haber almakla yaşadığı sevincin günlerce sürdüğünü söyledi. O mektup gelene kadar yegeni Hamdi’nin öldüğünü düşündüğünü söyledi. Ölmeseydi mutlaka bu zamana kadar arayıp amcasını bulmuştu diye düşünmüş. Ama yeğenini göremeden o da hayata veda etmişti.