Dedemin, nenem Zeliha’dan olma dört oğlu, bir kızı vardı. Büyük amcam Halil, halam Makbule, babam, Mehmet ve Ahmet amcam yaş sıralamasıydı. Büyük amcam 1940, halam 1944, babam 1947 doğumluydu. Ama babam nüfusta 1949 doğumluydu. Babamın söylediğine göre ya dedem nüfus kaydını bu yılda yaptırmıştır yada daha büyük yaşta askere gitsin düşüncesiyle yaşını iki yıl küçük koymuştu.

Babam ve amcalarım askerlik çağına kadar köyde kaldıkları halde halam Makbule’yi küçük yaşta Urfa’da yaşayan bir aileye vermişler. Evladına bu kadar düşkün bir aile çocuğunu ne diye başka bir aileye verir, merak edip sorduğumuzda ise nenem “Köyde herkesin gözü rahatsızdı. Makbule de gözünden çok rahatsızdı. Hasan Saraç dedi verin bu kıza ben bakayım, vermesek kör olacak korkusuyla verdik, onlar baktı” diye anlatıyordu. Hasan Saraç da o köyde bağı, toprağı olan Urfalı biriydi. Halamın verilmesinin sebebi ya buydu, yada nenem böyle bilmemizi istiyordu.

Dedem gayretli bir insan olmasının yanında çok da ihmalkârdı. Öyle bir ihmali vardı ki, adını ve yurdunu bildiği amcasına ancak kırk yıl sonra mektup yazabilmiş, 80 yıl sonra bile öz yurduna, akrabalarının yanına gitmeye fırsat bulamamıştı. Dedem Ağrı’ya gidememiş ama onlar da dedemin yanına gelmemişlerdi. Dedemin bir ihmali de çocuklarını ihmal etmesi olmuş. Zeliha ile evlenip bir ilk çocuğu olduktan sonra Hamurkesen köyünden bir kadınla daha evlenmiş. Keje adlı bu kadın dul ve iki kızı varmış. Evlendikten sonra bu kadından bir kızı daha olmuş. Adını İmmihan koymuşlar, İme diye çağırıyorlardı. Halam Makbule ile yaşıt olan bu kadının da halamız olduğunu çok sonraları gördük ve öğrendik.

Dedem Keje ile evlenip komşu köyde bu kadın için de ev yapıp onunla ilgilenmeye başlayınca nenem çok sıkıntı yaşamış. Kuması üzerine gelmese de eşinin hem dul hem de iki çocuğu olan biriyle evlenmesini kabullenememişti. Nenem her bu olay açıldığında o kadına küfürler ederdi. Son derece güzel bir eşi olmasına rağmen dedemin bu kadınla ne sebeple evlendiğini henüz bilmiyorum. Ama Keje’yi de gördüğüm kadar anlatayım. O da en az nenem kadar güzel bir kadındı. Gördüğümde 80-90 yaşlarında vardı ama kendi işini kendisi görüyordu. Bembeyaz bir yüzü ve eli vardı. Onun da baş örtüsü neneminki gibi yamşahtı. Dedemden önceki eşinden olma kızıyla birlikte Bağlarbaşı mahallesindeki bir evde kalıyordu. Nenem ve Halil amcam bunlardan bahsederken çok kızar, küfrederlerdi. Ama babam ve diğer amcalarım hiç bir şey demezdi.

Dedemin ihmalkârlığı çoktu derken, öyle bir ihmaldi ki, çocukları askerlik yaşına geldiğinde bile henüz sünnet ettirmemişti. Amcalarım ve babam ya askere gitmezden önce kendileri sünnetçiye gidip sünnet olmuş, kendi gidip olmayan da askerde sünnet olmuşlar. Bu durumu nenem anlatırken kızardı. “Hep o Kejo’nun yüzünden” derdi. Bazen de, çocuklarımın hepsi üst üste oldu, biz de hepsini birlikte sünnet ederiz” derken böyle oldu derdi. Babam da dedem gibi ihmalkâr bir adamdı. Büyükyolda harabe halde bir evde kalırdık, delik deşikten fareler çıkar gece yatağımıza kadar girerdi. Bunu önlemek için evde sürekli kedi beslerdik. Evde sürekli akrep öldürür, fare kovalardık. Kırılan dökülen bir yeri yapmaz, evin su yolu tıkanır avluyu su basardı. Her gün kürek ve taslarla bu suları kovalara doldurup, gideri avludan yüksek olan tuvalete dökerdik. Evin içi yıkandığında akan sular da bir çukura toplanır, buradan kovaya doldurup tuvalete dökerdik. Annem ve biz bu evde çok büyük eziyet çektik. Sıkıntılar yaşadık. Yaşıtlarımız birer birer sünnet olurken, biz sünnet olmamıştık. Babam işten çıktıktan sonra kahveye gider gece yarılarına kadar kumar oynardı. Kazandığı maaş ile her türlü imkâna kavuşabileceği yerde, çoluk çocuğunu aç bıraktığı günler bile olurdu.