Elimiz ayağımız tutuyor, canımız istese hangi işin ucundan tutsak yeterince nasipleniyoruz ancak kanaat denen altın hazineye sahip olmadığımız zaman bunalımlarımız, buhranlarımız, memnuniyetsizliğimiz bitmek bilmiyor.

 Önceki gece bir arkadaşın işi için gece yarısı evden çıkıp işyerine gelmiştik. Sabaha doğru işini bitirdikten sonra ezan vakti Halilürrahman civarına gittik. Sabah namazı sonrası işyerini açan tiritçi, birkaç çay ocağı ve fırınlar vardı. Akarbaşı’nda çay içmek için oturup sohbet ederken yan fırının önünde yığılmaya başlayan onlarca kadın uzun bir süre sonra tekrar gözüme ilişti. Bu görüntüye çocukluğumdan beri şahittim. Sabah, öğlen, akşam o fırının önünde çoğunluğu kadın ve kızlardan oluşan fukaralar birkaç ekmek için hayır sahiplerinin himmetini bekliyorlardı. Hepsi zayıflıktan bir deri bir kemik kalmış, beti benzi çekilmiş, üzerlerinde eski püskü elbiseler olan bu insanlar fırına ekmek almaya gelenlerin birer ekmek de alıp kendilerine vermelerini bekliyorlardı.

 Çayımızı içtikten sonra arkadaşım bir dakika deyip kalkıp fırına gitti. Kapının önünde ekmek bekleyen fukaralardan başka da kimse yoktu. Fırıncıya, kapıda bekleyen herkese istediği kadar ekmek vermesini söyledi. Yaklaşık 40-50 ekmeği fırından alıp hepsine dağıttı. Ekmeğini alan Allah razı olsun deyip fırından ayrıldı. O anda yanıma meşhur Bakır Emmi gelip oturdu. Elinde bir sigara vardı, çakmağımı alıp sigarasını yaktı. O da fukaralara bakıp iç çekti. “Bakır Emmi, bunlar gerçekten fakir mi?” diye sordum. Başını salladı, “He yav. Allah yardım etsin. Ekmeğe muhtaçlar” dedi. Geçen akşam Eyyübiye’de olduğunu, fırınların önünde böyle ekmek bekleyen yığınla insanın olduğunu söyledi. Bir süre sonra eyvallah deyip kalkıp gitti.

 Birazdan fırına giden arkadaş geri döndü. Gözleri dolmuş, gördüğü fakirlik, ekmeğe olan muhtaçlık karşısında insanların yaşadığı durum onu sarsmış, resmen titriyordu. Orada daha fazla durmaya dayanamadı. Kalkıp oradan ayrıldık. Uzun süre konuşamadık. Bir an “ekmek ya!” dedi.

 Fakirlerin istediği sadece ekmek. Bu insanlar dilenci değildi, el açmıyorlardı. Ekmeğe muhtaç hale gelmişler ve sadece ekmek istiyorlardı. Suriye mültecisi de değillerdi bu insanlar. Bizden birileriydi. Tanıdık, bildik insanlar. Toplumdan hicret eden, bizim mültecilerimiz!

 Allah kimseyi ekmeğe muhtaç etmesin diye Cuma günü dua ederken, bu insanların yıllardır birkaç ekmek için fırın önlerinde beklemelerinin bizim insanlığımıza nasıl sığdığını anlamaya çalışıyorum.

 Bu insanlarımız gerçekten dilenci değiller, sadece ekmeğe muhtaçlar.

 Önümüzde ramazan ayı var. Birkaç gün sonra yeniden iftar sofraları kurulacak, israflar başlayacak. Belki bu günlerde fakir fukaranın ekmeğe olan açlığını giderebilecek bir merhamete ulaşırız ümidiyle, başta belediyelerimiz olmak üzere, sivil toplum kuruluşlarına ve hayır sahiplerine bir hatırlatmada bulunmak istedim.

 Urfa’nın en gözde turistik mekanı olan Akarbaşı Caddesi’nde günün en az üç vaktinde bu insanlar ekmek için fırın önünde yığılmaya devam ediyor. Gelin bu insanların benim otuz yılı aşkın zamandır şahit olduğum fukaralığını sonlandıralım.

 Gelin, Urfa’ya gelenler “Fırın önünde ekmek bekleyen bir sürü fukara vardı” diye anılarına kazımasınlar artık.

 İstedikleri fazla bir şey değil.

 Ekmek ya!