Hayvanları, bitkileri inceleyen belgeseller vakit geçirme anlamında güzel de, insanı konu alan belgeselleri seyrederken çok şey kazanıyorsunuz. Önceki akşam TRT Diyanet kanalında yayınlanan "Bir de bana sor" adlı belgeselde, Düzce Akçakoca'lı tekne ustası İbrahim Karakaş'ın mesleği hakkında bilgi verirken anlattıkları, işini iyi yapma konusunda ne büyük tespitleri gözler önüne seriyordu. Koca tekneleri basit marangozluk aletleri kullanarak çoğunlukla da el mahareti ile inşa eden tekne ustası İbrahim Karataş, mesleğinde çıraklığından bugüne kadar yaşadıklarını, gördüklerini kısacık bir sürede özetliyordu.

Teknede kullanacağı ağacı bile kendisi gidip bizzat kesen bu usta, teknenin neresinde hangi ağacı kullanacağını, meşe, gürgen, dut diye ayırt ederken öyle bir ustalık ayrıntısına değindi ki, ayın ilk günlerinde kesilen ağacın kısa sürede çürüyüp gideceğini, dolunayda kesilen ağacın ise ömürlük olacağını söylüyordu. Yarım asra varan tecrübenin, kitaplara yazılı olmayan bilgilerini taşıyan bu insan, bir yıl boyunca çalışıp yaptığı bir iki teknenin insanların ekmek kapısı olduğunu, iki gün sonra çürüyecek bir ağacı yaptığı teknelerde kullanamayacağını dile getiriyordu. Ormandan kesilip getirilecek ağacın da günü, zamanı var diyordu. Ağaç suyunu bazen salıyor, bazen tutuyor, dolunay olunca yapısı farklı, hilal olunca farklı oluyormuş. Aynı ağacın kışın kesileni farklı, baharda, sonbaharda, ilkbaharda kesileni farklı niteliklere sahip oluyormuş.

İşinde kullanacağı ağaçtan, çiviye, reçineden boyaya kadar her malzemeyi iyi tanıyan, bilen ve ürettiği tekneyi en mükemmel şekilde müşterisine teslim etmeyi ilke edinen bu usta, iş yapma konusunda tüm insanlara ne güzel bir örnek teşkil ediyor.

Önceki gün sosyal medyada bir arkadaşımız Urfa'da sanayi sitesindeki ustaların maharetinden bahsetmişti. Çoğunun ellerinin çalıştığını ancak beyinlerinin çalışmadığını ifade ederek, yaptıkları işe yüreklerini katmadıklarından yakınmıştı.

Aslında yakınmamızın, yerinde saymamızın en büyük sebebi işe yüreğini katmamak, araştırmamak, okumamak, dinlememek değil mi?

Konu bizim meslek olunca her iş biraz daha ayrıntı kazanıyor. Haberi yaparken, makale yazarken konulara hakim olmak, en azından temel hususları bilmek, çözüm arayan konulara çözümler üretebilmek oldukça bilgi, birikim, heves ve imkân istiyor.

Madem yazıyoruz, ne yazdığımızı bilelim diye çok küçük bir araştırma yaptım. Şu "Karşıyaka" ifadesindeki "karşı"yı anladık da "yaka" nereden geliyor diye düşünüyordum. "Karşıyaka" derken, "Karşı taraf"tan bahsediyorsak, "yaka" sözü "taraf" anlamında olmalı diyerek Türk Dil Kurumu sözlüklerinden araştırınca şu ilginç durumla karşılaştım. "Taraf" kelimesine karşılık gelen kelime bu lehçelerde "Yak" olarak kullanılıyormuş.

Türkiye Türkçesi'ndeki "taraf" kelimesi, Başkurt Türkçesi, Kazak Türkçesi, Tatar Türkçesi ve Uygur Türkçesi'nde "yak" olarak kullanılıyormuş. Yine "Karşıyaka" ifadesini "Karşı yan" olarak kullandığımızda da Başkurt, Kazak, Özbek ve Tatar Türkçeleri ile aynı kelimeyi kullanıyormuşuz. Taraf ve yan kelimeleri bu Türkçe lehçelerinde de aynı anlam ve sesi taşıyor.

Hangi iş ve uğraş olursa olsun, o işi yapan en iyi şekilde yapmalı ve o iş ile ilgili tüm ayrıntıları bilmelidir. Bizimki de yazmak ise, elimizden geldiği, takatimiz olduğu kadarıyla iyi yapmaya çalışalım diyoruz. Başka bir durum yok.