Siyasal sınırlarla ulusal sınırlar çakıştığı zaman, toplumun ilerlemesi durur, uluslar tıpkı insanların birbiriyle ilişkiyi kesmesi durumuna düşer… Farklı ırkları tatmin etmeyi beceremeyen bir devlet, kendi kendini mahkûm eder; o toplumları nötralize etmeye, asimile etmeye ya da kovmaya çalışan bir devlet, öz yönetimin ana temelinden yoksun kalmış demektir.

Yapısal, kültürel ve ekonomik faktörler insanları modern göçe zorlamakta, modern göçe karşı çıkan hareketleri de doğurmaktadır.

Asimilasyon sadece mülteci olarak yaşamını devam ettiren topluluklar için başarının anahtarı olmalı. Daha iyi bir yaşam için adanması gereken bedelin bir parçasıdır, göçmenler için sadece olanaklı olmakla kalmaz, kaçınılmazdır.

Kendilerini kabul eden ülkenin kültürüne sonuna kadar katılacaklar. Kuşaklar geçtikçe kökleri yavaş yavaş yaşamlarının çeper bir köşesine çekilir. Onlar gibi düşünmeye başlarlar ve kültürlerini koruma hakkında ısrar ettiklerinde bile, bu kültürü bir müzede korumak gibi bir şeydir. Dedelerinin mahcup farklılığı çoktan yok olmuştur. Ve giderek daha fazla görünüş olarak göç ettikleri ülke insanlarına benzerler; topluluğun geri kalan kısmıyla farkında olmadan harmanlanırlar. Onlar gibi yürür, onlar gibi konuşurlar.

Asimilasyonun kültürel bir soykırım diye reddedildiği bir dönemde örtülü asimilasyonun zafer kazanması muazzam bir ironidir.

Çoğul eşitlik, geçmişte toplumu yönetmek için kullanılan kontrol ve itibar ağını tehdit etmekteydi. Bugün çoğul eşitlik teorisi göçmenlerin başlarını dik tutabilecekleri anlamına gelir. Sen gerisin ve ulusal masadan düşen kırıntıları alacaksın demek zorunda kalmamak anlamına gelir.

Herhangi bir ülke tam olgunlaşmış bir çoğul eşitlik sistemiyle, ardı arkası kesilmeyen taleplerle, sürekli yeni alt uluslar üremesiyle başarılı bir biçimde uğraşabilir mi?

Fiilen bütünlüğünü koruyan her ülkenin olasılıkla bir tür asgari, fakat bağlayıcı bir kimliği olmalıdır. Bu kimlik duygusu ülkeyle ilgili basit, kaba kültürel olgulardan kaynaklanabilir: aynı yerde yaşayan, aynı dağlara tırmanan, aynı ırmaklarda yüzen, aynı mağazalarda alışveriş yapan, aynı şarkıları söyleyen, aynı hava koşullarına katlanan insanlardan.

Ulusluk duygusu elbette çok daha yoğun bir şeye işaret eder – yurtseverlik, bağlılık, bayrağa sadakat.

Göçmenler yurttaşlık milliyetçiliği kampına girme eğilimindedirler, her durumda yurttaşlık milliyetçiliği diliyle konuşur gibi görünürler. Peki, onlara inanabilir miyiz? Sanırım, her milliyetçilik kardeşliği ima eder.

            Sevgiyle…