Fakirlik edebiyatı, yazın tarihine damga vuran en önemli imgedir. Ünlü edebiyatçıların yolu fakirlikten geçmiş, fakirin hali edebiyata çok sık konu olmuştur. Dünyanın en ünlü yazarlarından Tolstoy, zengin bir ailenin ferdiyken yazamadıklarını, tüm malını servetini fakirlere dağıtıp, parasız kaldıktan sonra yazabilmiştir. Büyük Türk Şairi Mehmed Akif'in sefaleti, Safahat'ından daha meşhurdur.
Ama bu yazıda fakirlikten değil, zenginlikten dem vuracak, o parayı kazanana kadar neler yaşadığımızı paylaşacağız.
İşte bir zenginin hatıra defteri:
“Biz zenginlerin çok rahat bir hayat yaşadığını sananlar yanılıyor.
Hiç rahat değiliz.
Ne yediğimizden tat alıyoruz ne içtiğimizden.
Parası olmayan öğlene kadar yatarken biz sabahın köründe uyanıyoruz. Fakirler yatağa girer girmez uyurken biz saatlerce kıvranıyoruz.
Parasıyla rezil olan biziz. Ödeme bizde, tahsilat bizde, çek senet bizde. Dövizde en ufak bir hareket psikolojimizi bozuyor. Altın alsak bir dert gayrimenkule yatırsak ayrı dert. Altını evde bırakıp bir yere gidemiyoruz.  Her taraf hırsız kaynıyor.
Gayrimenkul alıp kiraya versek kiracı ayrı dert. Elektriği, suyu yatırdı mı, duvara çivi çaktı mı, kapıları çarptı mı diye yüreğimiz hopluyor. Kiracı bir tane olsa kolay.. Gel de onlarca, yüzlerce kiracıyla uğraş.  Emlakçıya versek o bizi çarpıyor, kiraya versek kiracı borç bırakıp  kaçıyor. Bir banka yeri alıp kiraya vermek daha iyi dediler. Kurumsaldır, uzun vadeli kiraya verir paranı tıkır tıkır tahsil edersin dediler inandık.  Bu sefer Maliye yakamıza yapıştı.  Kira gelirinde vergi rekortmeni olduk. Ciğerimiz yandı o para giderken. Biz kazanıyoruz, devlet fakire dağıtıyor.
Biz parayı nasıl yığdık kimin umurunda!
Et yemedik, marka giymedik. Abide'den Karaköprü'ye yürüyerek gidip geldik.  Canımızın her çektiğini alıp yemedik. Bayram günleri otobüs parasız diye saatlerce bekledik. Gömleğimizin yakası yıpranınca ters çevirip giydik.  Paramız vardı ama yemedik,  mala yatırdık.  Yemeğe dağ dayanmaz.  Fakirler zannediyor ki biz keyfediyoruz.  Ne bilecekler derdimizi. Vallahi evimize iki yıldır baklava girmemiş.
Asıl fakirler keyf ediyor. Devlet kömürünü veriyor.  Her türlü sosyal yardımdan faydalanıyorlar. Doktor, ilaç bedava. Devlet bakıyor diye bir sürü çocuk doğuruyorlar.”
Zenginin bir de tavırları vardır.
Bu tavırlar karşısındakinin maddi durumuna göre değişir. 
Karşıdaki fakirse hemen fakir rolüne geçer. Babasından dedesinden duyduğu fakirliklerden bahseder.  Kendisinin de fakir olduğu izlenimi yaratmaya çalışır. Bir evi olduğunu onu da çok az bir bedelle kiraya verdiğini, kiracıların ikide bir elektrik borcu bırakıp kaçtığını söyler.  Zengin, parasına kıyıp yiyemez.  Akşama kadar aç gezer, sıkıntı duymaz. Gözü fakirin yediğindedir.  Sanıldığının aksine bedavayı fakirler değil, zenginler sever. Bir yerde bedava yiyecek olduğunu duyunca ilk yetişen zenginlerdir. “Bedava mezar bulsa girecek” sözü, zenginler için kullanılır. Gün boyu aç gezmeyi göze alır ama yanındaki bir arkadaşıyla birlikte yemek yemek zengin adama ağır gelir. Dışarıda yemek yemesi gerektiğinde tek olduğu vakti gözler.
Hele bir de bağ bahçe, tarla toprak varsa o zenginin vay haline. Ölüsü olan üç gün, bahçesi olan her gün ağlar. Yağmur yağmaz ekin olmaz, don vurur fıstık kurur. Zaten zenginin fıstık ağacı hiçbir sene fıstık vermez. Bu sene fıstık senesi değildi der. Fıstığı değil misafire ikram etmek, çocuğunun yemesini bile kabullenemez.  Gözü tahammül edemez.