Zenginin araba derdi de ayrıdır.
Arabaya binmek büyük israftır.
Kazara bir fakir arabasına binmiş olursa gideceği yere bırakamaz, geçeceği yer neyse yol üstünde bırakıp yoluna devam eder. Evine gelen misafirin arabası yoksa, gece yarısı olsa bile gözünü yassılar. Arabasına bindirip misafiri evine bırakmak istemez. Yakıt masrafı gözüne gelir.

Büyük başın büyük belası olur derler ya.
Zengin adamın derdi de büyük olur.
Şeker hastalığı, tansiyon, kalp, iktidarsızlık, kısırlık, kolesterol, anksiyete hep zengin adama bela olur.
Zenginlere göre hiçbir fakir bu hastalıklara yakalanmaz. Aslında hastalıklarının çoğu, canının çektiğini yiyip içmemesinden kaynaklandığının farkında değildir.

Zenginin tavırları vardır demiştik.
Bir tavrı da diğer zengini gördüğünde takınır.
Yanyana geldiklerinde neyi alıp neyi sattıklarını, kaça kiraya verdiklerini, arabalarının bir litreye kaç kilometre yaptığını konuşurlar.
Birbirlerine maddi güç gösterisi yapmaktan zevk alır, yatırımlarından, kazançlarından laf ederek sidik yarışına girerler.
Bir fakir yanlarına gelip el açsa, ya görmezden gelir ya da "Allah versin" deyip savuştururlar. "Fakirin karnı doymaz" derler.

Zengin olan kimsenin tırnağının uzamasını istemez.
Fakir birinin zenginleşmesini, para kazanmasını kesinlikle istemezler.
Zengin adam herkese selam vermez.
Hele fakir olduğunu bildiği kişinin selamını bile kolay kolay almaz.
Fakir, zengine selam verince durur yüzüne bakar, mallığa yatar, duymazlıktan gelir.
Zengin olan akraba, fakir olan akrabasını yolda görünce adeta yolunu değiştirir, her fakirin kendisinden bir şey isteyeceğini sanır.
Sürekli malını, mülkünü koruma, kollama, gözetme telaşındadır. Bu yüzden huzursuzdur, ruhu bozuktur.

Zenginin din anlayışı da tamamen farklıdır. Tanıdığım çoğu zengin ibadetlerini, servetini koruyan bir kalkan olarak görür. Duasında en fazla para kazanmak için yakarır. İbadetlerinde riya ve gösteriş vardır. Zekat vermek çok ağır gelir zengine. Zekatı hakkıyla vermek yerine, içinden çalır. Devede kulak misali verdiği zekatı da çevresine göstere göstere verir. Son zamanlarda fakire elden zekat vermek yerine aşevlerine, derneklere vermeye başladılar. Aslında bu durum o faaliyete destek amacıyla değildir. Fakirin eline doğrudan para verip, halinin vaktinin düzeldiğini görmek istemez. Çünkü 10 trilyonluk varlığı olan zengin, 250 milyar zekat vermek zorundadır. 250 milyarı hangi fakire verse, o fakirin yedi sülalesinin hayatı kurtulur. Zengin işte bunu istemez. 250 milyarı fakire vermek yerine, 5-10 milyarı derneğe, aşevine verip zekatımı ödedim der. Buradan yapılan hayır da zaten karın doyurmaktan öteye gitmez.

Zengin adamı, zengin yapan aslında mal varlığından ziyade “dişinden, tırnağından arttırdığı”dır.
İşçilik yaparak, hamallık yaparak, çok çalışan bir esnaf olarak hayatını para kazanmaya vakfeden ve günümüzde çok büyük servet sahibi olan fakirler vardır. Geçmişleri fakirliktir, yokluktur ama bugün memleketin en varlıklı insanları olmuşlardır. Ama bu varlığı ne yerler, ne yedirirler. Çalışarak zengin olmuş yaşlılarla muhabbetim çok oldu. Çoğunun bir ayağı çukurdaydı, ha gitti ha gidecek durumdaydı. Sürekli malın, paranın, gayrimenkulün hesabından bahsederlerdi. Çorapları delik, üstleri başları eski püskü, açlıktan ağızları kokardı. O yaşa geldikleri halde yemeye kıyamazlardı. Fakir olan yakınları, çoluk çocukları ölümü için gün sayarlar.

Allah zenginliğin de hayırlısını versin.