Düşüncenin somutlaşmış hali, duyguların ifadesi olan “ses”in de bir çeşit element olduğundan geçmişteki yazılarımda bahsetmiştim. Nasıl ki var olan madde yok olmuyor ise ses de bir yerlerde duruyor. Bir yerlerde kaydediliyor. Sesin işaretlerle kayda alınması ise Allah’ın insana bahşettiği en büyük yetenek ve nimetlerden biri.

Modern bilim, yazının icadını Mısır hiyeroglifi ile milattan 3 -5 bin yıl önce başladığını savunsa da bana göre insanlığın dünyada var olmasıyla yazı da var oldu. Allah, insanı yatırken ona yazmayı öğretmişti. Yüce Allah insanı nasıl yarattığını açıkladıktan sonra okumasını emretmiş ve insana kalemle yazmayı öğrettiğini Kur’an’ı Kerim’in ilk ayetleri olan Alak Suresi 1 ve 5’inci ayetlerinde bildirmiştir.

Okumak, Allah’ın insana verdiği ilk emir. Ama ne yazık ki insan okumaz. Biz, yazdığımız bir yazı okunmuyor diye üzülürken, insanlar Allah’ın kitabını bile okumuyor. Asıl yanmamız gereken sorun bu.

Hadi Kur’an Arapça idi, farklı dilde meali yoktu da okuduğunu anlamayan insan, kendi dilinde yazılmış olanları niye okumaz, okuduğunu niye anlamaz?

Okuduğunu anlamamak ise çağımızın en büyük hastalığı. Öyle bir hastalık ki, ne domuz gribi, ne AIDS ne de savaşlar insanları bu derece mağlup etmez, yenik düşürmez.

Dünyayı büyük şirketlerin sermayeleriyle yönetmek istemesinin bir sonucu olan beyinsizleştirme projeleri, insanları düşünemeyen, düşünmediği için mutlu olan insanlar haline getirdi. Okumayan, düşünmeyen, fikir yürütemeyen insanlar sadece tüketmek amacıyla hayvan gibi çalışmak ve kolay yoldan kazanç elde etmekten başka bir şey bilmez oldu.

Beyinsizleştirmenin argümanlarından olan sosyal medya, insanları öyle bir beyinsizleştirdi ki, akşam ne yemek yapayım diye Google’a soranların sayısı arama yapanların içinde rekor kırıyor.

İnsanların okumadığı, okuduğunu anlamadığı bir zamanda sen kalk oku ve yaz. Yazdıklarının okunmasını bekle, okunmayınca mutsuz ol! Aslında okununca anlaşılmayacağına, okunmaması daha iyi.

Önceki gün “Gazeteci Okşamaz” başlıklı bir yazı kaleme alarak meslektaşlarımızı eleştirmiştim. Beyinsizin biri, yazıda adı geçen birini arayıp, “Sana vurmuş!” dediği kulağıma geldi. Vay beyinsiz mutlu insan! Kim olduğunu bilmiyorum ama beynini kullanmadığın için çok mutlu olduğun belli.

Bu yazıyı da okuyunca bir şey anlayacak olmayan o beyinsize derim ki; sen gazeteciliği bırak. Zaten gazetecilikten anladığın yok da. Elini ayağını tamamen bu meslekten çek. Bu beyinsizliğinle daha mutlu olursun. Emlakçılık yap, araba al sat, tefecilik yap birşeyler yap işte. Ama mümkünse gazetecilik yapma.

Gazetecilik; okuduğunu anlamayanların, gördüklerini, duyduklarını yazamayanların yapacağı bir iş değildir. Gazetecilik, hastaneye postaneye gidince sıra beklemeden işini halletmek için çevre yapmaya çalışan, kırmızı ışıkta geçince trafik cezası yazılmasını istemeyenlerin yapabileceği bir meslek değildir. Gazeteciliğin içine eden, şahsi menfaatleri için mesleğin şöhretini kullanarak kolay kapı açan, hayatında hiç haber yazmadığı halde toplu taşımadan gazeteci diye bedava kartı çıkartan, adam gibi çalışarak kazanmak yerine bazen şantaj, bazen dilencilik yaparak hayatını sürdürenlerdir.

İlkokul çocukları için düzenlenen bir programda ön sıralara oturarak çocukların görmesini engelleyen protokol üyeleri ne kadar beyinsiz ise, gazetecilik etiketini kullanarak kendi namına kolaylıklar elde etmek, hayatını bedavaya getirmek, sıraya girmemek gibi düşünceleri olanlar da o kadar beyinsizdir.

Beynini kullanmadığı için mutlu olan, okumayan, okuduğunu anlamayan insanlar sadece gazetecilerin içinde değil. Toplumun büyük kısım ne yazık ki mutlu beyinsiz.