Reforma Haber köşe yazarı Ali Şahin'in kaleme aldığı 'Unutulan Yüzler' adlı kitapta Başarılı İş İnsanı ve Hayırsever Şanlıurfalı Hüseyin Akgün'ün hayat hikayesi

Akgun (1)

''Sabah erken uyanmıştı Abdurrahman, kendini iyi hissetmiyordu. Aylardır vücudundaki ağrılar artarak devam ediyordu.

Fatma bugün seni bu şekilde bırakmak istemiyorum ama Mecburum bu yağları Antep'e bırakıp dönmem gerekiyor.

Fatma sırtına bağladığı oğlu eteğinden tutan kızı ile akşamdan kalan bulaşıkları kül sürterek yıkamaya başladı. Bugün çok işi vardı, dünden kalan yarım kilimi dokuyup bitirecekti. Gün kuşluk vaktini biraz geçmişti ki, sancılar içinde kıvranmaya başladı çığlıkları bütün avlu’ da yankılanıyor, diğer çocukları ne olduğunu anlamadıkları için ağlıyordu.

Bir çul ’un üstüne yatırdılar. Daha önce bir kaç doğuma katılmış akrabaları halaoğlunun eşi Zeyno’yu çağırdılar. Zeyno biraz sıcak su ve bez istedi. Artık doğum geliyordu. Uzun uğraşlardan sonra evde, bahçede, sokakta bütün Urfa’da bir bebek sesi yankılandı. Oğlandı, Çipil çipil gözleri ile bakıyor, gülümsüyordu.

Bebek oğlan, oğlan sesleri bütün avlu ’ya yayıldı. Zılgıt sesleri gelmeye başladı. Diğer kardeşler, bebeğin başına toplandı. Biraz önceki ağlamalar, şimdi gülüşlere dönüşmüştü. Fatma için öyle miydi ama? Günlerdir yatakta acı ile kıvranan Abdurrahman geldi aklına, ona bir şey olursa ne yapardı. Yanaklarından süzen gözyaşlarını sildi tülbent in ucu ile.

O sert, vakur kadın gitmiş gözyaşlarını tutamayan bir kız çocuğu gelmişti sanki. Oysa ’ki bu sert hali için ona Fato Paşa diyorlardı.

Komşulardan biri bulgur pilavı yapıp getirmişti, üstüne yumurta kırıp. Bir iki kaşık aldı sadece, diğerini çocuklarına yedirdi. Bir diğer komşu kurban bayramından kalan topaç getirdi, onu da çocuklarına yedirdi. Boğazından geçmiyordu aklında yüreğinde sadece Abdurrahman’ı vardı.

Şimdi sadece gözlerini yola dikmiş gelmesini bekliyordu, nasıldı acaba?

Eski magirus otobüs ile Antep’ten dönen Abdurrahman, yağ tenekelerini dükkâna bırakıp evine doğru gitmeye başladı.

Ayağında cizlavet lastik ayakkabı, Mardin ‘den aldığı, Halep şalvarı, yakası kirlenmiş kahverengi gömleği, üzerinde bir beden büyük sakosu (ceket) ve şapkası.

Bir ara şapkasını çıkardı içindeki aynaya baktı, bıyıklarını düzeltti.

Onunda aklında sadece Fatma’sı vardı. Sadece Fatma’yı düşünüyordu, düşündükçe adımları hızlandı, gümüş rengi tütün tabakasını çıkartıp otobüste sardığı, cigarasını, muhtar çakmağı ile yaktı derin bir nefes çekti, bir nefes daha. Bir öksürük tuttu. Cebinden çıkardığı mendili ile ağzını sildi, kan geldi. İçi burkuldu ama kötüye yormadı.

Sokağa girdiğinde herkes bekliyordu Abdurrahman ‘i ilk kim verecekti müjdeyi. Amcaoğlu Halil koştu. Mam, mam oğlun olmistir. Sonra komşu Cevdet bro hayırlı olsun. Şalvarının cebinden bir lira çıkartıp Halil’e verdi. Antep’te kaçak sigara satanlardan aldığı, ceketinin iç cebindeki Kent cigarasını Cevdet ‘e, çocuklarda toplandı onlara da cebindeki şekerleri dağıttı.

Kapıdan içeri girdi Fatma’yı gördü, kucağında bebeği emziriyordu. Göğsün ’ün üstüne beyaz bir tülbent örtmüştü. Yaklaştı dizlerinin üstüne çöktü bir Fatma’ya baktı bir bebeğe. Utanmasa sıkı sıkı sarılacaktı Fatma’ya. Gözlerinde iki damla yaş aktı, dudaklarından Ez e ji bo te gurban bikim ( sana kurban olurum) çıktı. Fatma bebeği kucağına uzattı. Gözlerine baktı kure min, kure min.( oğlum, oğlum ) diğer çocuklarda gelip sarıldılar babalarına.

Abdurrahman dışarı çıktı daha fazla dayanamadı.

Tütün tabakasını çıkardı şalvarının cebinden, duvar dibine çömeldi, bir cigara yaktı. İlk nefes ile öksürmeye başladı. Öksürükle beraber ağzından kan gelmeye başladı. Elinin tersi ile sildi ağzını. Kimsenin görmesini istemiyordu. Küçük oğlunu düşündü, hüzünlendi. Cigarayı yarım bıraktı, koşarak odaya girdi. Arkasında oğlu Mehmet’te koşarak girdi.

- Hayırdır Abdurrahman.

- Bebeği ver bana.

- Fatma memesini emmekte olan bebeği uzattı.

Bir elini sol kulağına koyup, bebeğin kulağına ezan okudu. Sonra senin adın Hüseyin dedi, Hüseyin.

Duvar dibinde otururken aklına, kaybettiği Hüseyin abisi gelmişti. Onun adı yaşamalıydı, adını Hüseyin koydu. Fatma’da çok sevindi. Babasının kucağından alıp bağrına bastı. Dudaklarından Hüseyin’im dedi. Aney kurban sana.

Abdurrahman tutamadı kendini gözyaşları ile yeniden dışarı çıktı. Taşın üzerine bıraktığı cigarasını alıp yeniden yaktı. Önce Osman geldi yanına, sonra Mustafa sonra kızları İsmet ile Medine sokuldular babalarının yanına. Mehmet anasının yanında kalmıştı.

Teker teker sarıldı çocuklarına, saçlarını kokladı.

- Yarın kurban keseceğiz kardeşiniz için.

- ⁠Baba kebapta yapacak mıyız diye sordu Osman?

- ⁠Yapacağız ya oğlum.

- ⁠Küçük Hüseyin’de yiyecek mi baba

- ⁠Yok, İsmet ‘im onun dişleri yok daha yiyemez.

- ⁠Eti saklarız büyüdüğünde yer dedi, Medine

⁠Bu cevap ile Abdurrahman ‘in yüzüne tebessüm oturdu.

- ⁠Saklarız ya kızım.

Küçük Hüseyin ile birlikte Akgün ailesine mutluluk gelmişti. Bir nebzede olsa herkes tebessüm ediyordu evde.

Haziran’ın sıcağı Urfa’yı yakıp kavuruyordu. Evde uyumanın imkânı yoktu. Dama çıkmak için kurdukları tahta merdivenle bütün çocuklarını yukarıya çıkardı Abdurrahman. Hepsi dama serilen bir yorganın üzerinde uyumaya başladılar. Abdurrahman sırtını damdaki loğa dayamış arka arkaya cigara içiyordu. Aklında Fatma’sı küçük Hüseyin ‘i ve diğer çocukları vardı. Bana bir şey olursa ne olur çocuklarıma, Fatma’ma. Hüseyin’im ne yapar diye düşünürken, başının altına koyduğu ceketini yastık yapıp uyumuştu.

Sabah güneşi ile birlikte Fatma merdivenden yavaş yavaş tutunarak dama çıktı. Önce çocuklarına sonra Abdurrahman ‘a baktı. Ağzından kan geliyordu. Korktu.

- Abdurrahman, Abdurrahman uyandırdı.

- Bu ne hal ağzından kan geliyor.

- Sus, çocuklar duymasın

Eğildi eteğinin ucu ile ağzını sildi kocasının.

- Bugün hastaneye git, gecikme artık.

- Tamam, tamam çocuklar uyanmasın.

Annesinin telaşına uyanan çocuklar, her şeyden habersiz babalarına koştular.

- Baba kurban kesecekmişsin, et yiyecekmişiz?

- Tamam, çocuklar birazdan keseriz.

Çok sevindiler, sonra teker teker indiler evin avlusuna

Abdurrahman da indi, ahıra gitti. Üç koç seçti. Biri köyün garibanlarına, diğeri gelecek misafirlere, bir tanesini de çocuklarına. Koçları ahırdan çıkarırken Hüseyin’im ağlama sesi duyuldu. Fatma koşarak oğluna gitti. Kucağına alıp memesini Hüseyin’ in ağzına verdi. Süt gelmiyordu. Abdurrahman‘ın ağzında kanları görünce korkmuş sütten kesilmişti. Hüseyin sürekli ağlıyordu, yeni doğum yapan komşusu Hacer’i çağırdı. Anlattı olanları. Hacer memesini uzattı Hüseyin ‘e, emmeye başladı. Şükürler olsun Hüseyin ‘i doymuştu.

Koçlar kesildi, yoksullara dağıtıldı, misafirler ağırlandı, çocukların istediği kebaplar yapıldı. Herkes yolcu edildikten sonra Abdurrahman bir köşeye çekildi dudaklarından; şah Hüseyin’im türküsünü söylemeye başladı.

Bugün matem günü geldi

Ah Hüseynim vah Hüseynim

Senin derdin bağrım deldi

Ah Hüseynim vah Hüseynim

Şehit düşmüş Şahı Merdan

Şah Hüseynim canım Hüseynim

Kerbela'nın önü düzdür

Geceler bana gündüzdür

Şah Kerbelada yalnızdır

Ah Hüseynim vah Hüseynim

Şehit düşmüş Şahı Merdan

Şah Hüseynim canım Hüseynim

Şah Hüseynim attan düştü

Yezit gelip kanın içti

Atı Medine'ye kaçtı

Ah Hüseynim vah Hüseynim

Şehit düşmüş Şahı Merdan

Şah Hüseynim canım Hüseynim

Kerbela'nın yazıları

Şehid düştü gazileri

Fatma ana kuzuları

Ah Hasanım vah Hüseynim

Şehit düşmüş Şahı Merdan

Şah Hüseynim canım Hüseynim

Kerbela'nın önü yonca

Yonca çıkmış diz boyunca

Şah Urfalım katarınca

Ah Hüseynim vah Hüseynim

Şehit düşmüş Şahı Merdan

Şah Hüseynim canım Hüseynim

Indir (16)-10

Ertesi gün arkadaşları ile Balıklı göl kenarında otururken öksürük krizine tutuldu ağzından yine kan gelmeye başladı. Kemal ve Müslüm tuttukları bir taksi ile Urfa devlet hastanesine götürdüler.

O gün hastanede kaldı,

Bütün tahliller yapıldı. Akgün ailesinin tamamı, bütün gece hastane koridorunda hiç uyumadan beklemişti. Fatma’da kucağında Hüseyin ile hiç uyumadan doktorun cevabını bekliyordu.

Odaya Fatma’yı çağırdı Doktor, Fatma ile birkaç yakını daha girdi.

Üzgünüm, çok üzgünüm. Hastamız akciğer kanseri ve iyi bakıldığı taktirde üç beş ay yaşar. Fatma’nın dünyası başına yıkıldı. Hiç bir şey duymuyordu artık, gözyaşları balıklı gölü dolduracak kadar akıyordu. Nasıl yani? Bu yiğit adam, dağ gibi Abdurrahman ölecek miydi? Ne olacaktı Fatma’ya, ne diyecekti çocuklarına, Hüseyin babasız mı büyüyecekti?

Bir feryat duyuldu, doktorun odasından bütün hastane inledi.

İki gün daha kaldı hastanede Abdurrahman. Sonra evine götürüldü. Hiç kimse bir şey anlatmadı, sorduğunda iyi olacağı söylendi. Bütün akrabalar, komşular ziyarete geliyor ev dolup boşalıyordu. Gelen ziyaretçilerin yüzlerindeki hüzünden Abdurrahman da anlıyordu bazı şeyleri, kötü olduğunu. Herkes gittiğinde yorganı başına çekip için için ağlıyordu. Çok zayıflamıştı artık, ayağa kalkacak dermanı yoktu. Ancak duvardan tutup yürüyebiliyordu.

Abdurrahman yatağın içindeydi, Fatma yaptığı tarhana çorbasını içiriyordu kaşıkla. Bütün çocuklar evin bahçesinde sadece Hüseyin sürünerek dolaşıyordu odada. Geldi anne babasının yanına,

Abdurrahman’a baktı, baktı

- Babo babo, Baba, baba

Abdurrahman da, Fatma da çok şaşırdı.

Baba kurban be Hüseyin’im. Baban kurban sana Hüseyin’im dedi kendini zorlayarak. Hem Abdurrahman’ın hem Fatma’nın gözlerinden yaşlar aktı.

Bana ver Hüseyin’i dedi Fatma’ya

Fatma Hüseyin i kucaklayıp Abdurrahman’ın kucağına verdi. Kokladı oğlunu, saçlarını, yüzünü gözünü öpüp bağrına bastı. Kure min -Oğlum dedi, Kure min -oğlum

Yatağa uzandı, kısık sesle bir şeyler mırıldandı. Fatma ne dediğini anlamak için yaklaştı. “Eşhedü en la ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü “

Abdurrahman ile Fatma erken uyanmışlardı. Bugün bayram günü idi. Fatma kırmızı fistanını giymiş. Saçının sol yanına kırmızı bir çiçek takmıştı. Abdurrahman bayram için aldığı takım elbiseyi giymişti. Yeni aldığı kösele siyah kunduranın arkasına basmış, beraber yürüyorlardı balıklı göl kenarında. Bütün çocukları bayramlık içindeydi bugün. Hepsi Abdurrahman ve Fatma’nın ellerinden tutmuşlardı. Hüseyin’i boynuna almıştı babası, yürüdüler, balıklara yem attılar hepsi çok mutluydu bugün.

- Baba beni indir dedi Hüseyin, konuşuyordu. Annesine ve kardeşlerine;

- Siz burada bekleyin.

Babasının elinden tuttu.

- Oğlum nereye gidiyoruz?

- Biraz bekle baba,

Antep fıstığında "kavlatma" telaşı sürüyor

Antep fıstığında "kavlatma" telaşı sürüyor

Kocaman bir deniz kenarına getirdi.

- Oğlum burası neresi hiç bu kadar büyük göl görmedim,

- Baba burası Akdeniz,

- Bak Buda benim otelim

- Çok büyük Hüseyin’im burası, bizim mahallenin hepsi sığar buraya.

- Baba gitme burada kalalım

- Oğlum kardeşlerin, annen Urfa’da kaldı.

İşte tüm çalışanları ilgilendiren o izin yöntemi İşte tüm çalışanları ilgilendiren o izin yöntemi

- Onları da getiririz buraya

- Yok, Hüseyin’im ben gideyim

- Öptü Hüseyin’i, döndü bir daha öptü

Yürüdü Deniz’e doğru, suyun içine girdi, arkasına baktı. El salladı oğluna

Hüseyin’de el salladı babasına

Yürüdü Abdurrahman, suyun üzerinde gözden kaybolana kadar yürüdü .”

Fatma’nın ağıtları yükseldi, saçlarını başını yoluyor bırakma bizi Abdurrahman diyordu.

Ve diline Kürtçe bir türkü oturdu.

Çewa Ti Mir = Nasıl Öldün

Çewa Te Mı Tene Hişt = Nasıl Beni Yalnız Bıraktın

Neçe Canemin Fedaye Jibote = Gitme Canım Fedadır Sana

Nikarim Bigrim Bes = Ağlayamıyorum Yeter

Wer QUrbanatebim = Gel Kurbanın Olayım

Wer Te Çidivbe Eze Tedim = Gel Ne İstersen Veririm

Lawemin Hin Biçukbu = Oğlum Henüz Küçüktü

Rıhemin Fedaye Jibote = Ruhum Feda Olsun Sana

Ax Daye Ez Be Halım = Ah Anne Ben Halsizim

Bavemin Neçe Min Vir Nehele = Babam gitme beni burada bırakma

Gıriyemin te ez nizanım be ez çibikim = Ağlamam geliyor bilmiyorum ne yapayım

Xude cete cinnetke Abdurrahman= Allah yerini cennet etsin Abdurrahman

Wi nEbin Mı bibin ez bimrim = Onu götürmeyin beni götürün ben öleyim

Hin jite ternebum = Henüz sana doymadım

Oy Delalamın Qey Ti Çu? = Oy değerlim neden gittin?

Kani sozago tedamın = Hani bana verdiğin söz?

Tene hiç min bernedaba = Beni hiç bırakmayacaktın

Ez te hezdikim neçe eskamın = Seni seviyorum gitme aşkım

Min beriya Merexwekir = Kocamı Özledim

Min Beriyatekir = Seni Özledim

Eze Çewa Bem Tirbate = Nasıl geleceğim mezarına

Rab ti he ciwane = Kalk sen daha gençsin

Hüseyin AKGÜN

15 Haziran 1955 yılında Şanlıurfa’da doğdu. Henüz 9 aylıkken babasını, 16 yaşında annesini kaybetti. Kendi emeği ile dişi ile tırnağı ile çalışıp. Saygın bir kariyer yaptı. 10.06.1979 tarihlinde Nuran Canlı hanımla evlendi. 

Bu evlilikten Fatma, Funda, Ela, Eda, Seda, Mehmet Fatih çocukları doğdu. Çocuklarının meyvesi olarak Fethiye, Ferda, Özge, Alparslan, Göktuğ, Alptuğ, Duru Hilal, Yaren, Laden torunları doğdu. Bir gün yolunuz Antalya’ya düşerse, sofrası da, güzel yüreği de herkese açık. Şu anda 70 yaşında olan Hüseyin Baba’ya sağlıklı, huzur dolu günler dilerim.