Ne demişti Louise Glück: Dünyaya bir kez bakarız çocuklukta, geri kalan hatıradır. Gözlerimizle şahit olduğumuz bu satırlarda bulduk belki de hayatın özetini. Bütün hayatın bir dönemin yansıması olarak idame edildiği gerçeğini. Nasıl bir çocukluk yaşarsan hayatın boyunca onun seni kovaladığını… her adımında her kararında her yaşantında ondan izler taşıdığını…
Nasıl bir karaktere dönüştüğünde gizlidir hatıraların. Çocukluğunun penceresinden izlersin hayatını çoğu zaman. Keşkelerin kovaladığı gözünde kalan mutlulukların yerini hiçbir şeyle doldurulmadığı…
Çocuk deriz ya nasıl olsa anlamaz yanında konuşabilirsin, yanında ağlayabilirsin kaosla dolu bir ortamda büyütebilirsin onu çocuktur ya anlamaz! Halbuki o çocuk dediğin aslında etiyle kanıyla gözlerindeki ışıltıyla ete kemiğe bürünüp Yunus diye görünmenin can bulmuş halidir. Sen ona marka kıyafetler almakla her dediğine evet demekle en çok yaptığımız yanlış ben yaşamadım o yaşasın deyip doyumsuz, tatminsiz bireyler yetiştirerek o çocuğun dünyayla arasına koca bir perde çekiyoruz aslında.
Araştırdığımız bütün pedogoji kitapları ve en başta Efendimiz’in çocuk eğitiminde dengenin esas olduğu evladın aziz onun hayatı için alınan kararlarda sınırlar koymanın daha aziz ve kıymetli olduğunu gördük.
Peki, bu kadar bilgiye rağmen eksik olan ne ? Bu dijital çağda gözden kaçırdığımız en büyük sorun çok bilip az yaşamak yani bildiklerimizin icraate dönüşmemesi. Özel okullara, özel kreşlere, pahalı kıyafetlere, çocuk odalarına boğulan çocukların büyük bir ebeveyn boşluğuyla büyümesidir. Aile kavramının içinin boşaltılmasıdır. Sofralarda bile bir araya gelmeyen aile bireylerinin türemesidir. Ebeveynlerin çocuğu malı, garantisi gibi görmesidir.
Aile nedir diye soracak olursak Türk Dil Kurumuna göre anne, baba ve çocuktan oluşan toplumun en küçük yapı taşıdır. Bu tanıma karşılık gelen kavram pratikte çok daha fazla şeyleri temsil eder.
Bizler aileyi çocukluğun uzantısı olarak görürüz. Günümüzdeki katil, cani, sapık toplumun köküne dinamit koyan bütün bireyler en nihayetinde çocuktu ve inandığımız sistemde bu çocuklar da dünyaya geldiklerinde saf, temiz, berrak gözlerle bakan insanlardı. Bu kadar temiz iken onları insan olma vasfından çıkaran neydi? Kesinlikle geçirdikleri ya da bir türlü atlatamadıkları çocukluklarıydı. Tabii ki yanlış anlaşılmasın amacımız bu tarz insanları temize çıkarmak değil onlardan mahrum edilen çocukluklarının cezasıdır bu yaptıkları. Kimi babasından şiddet görmüştür, kimi annesi tarafından yok sayılmıştır.
Halbuki demez mi ilmin kapısı Hz Ali 3-7 yaş arasında oynayın. 7-15 yaş arasında arkadaş olun. 15 yaşından sonra fikir sorun, çocuğunuzla istişare edin. Evet, kaçımızın bunu uyguladığını vicdanımıza bırakıyorum.
Herkes ebeveyn olmasın çocuğuna bütün hayatını sunacak bir çocukluk bırakmayacaksa eğer anne baba olmaya kalkmasın. İtilip kakılıp hor görülen şiddete maruz kalan, çocuk yaşta işte çalıştırılan, çalıştırılmak zorunda bırakılan, omuzlara ağır sorumluluklar yüklenen bütün çocukların alacakları var anne babalarından. Verecekli olmayalım vereceksek eğer bol sevgi bol kahkaha bol oyun bahşedelim onlara. Ayakları üzerinde durabilen, kimseye muhtaç olmadan yaşayan, kimseden sevgi dilenmek zorunda kalmayan bireyler yetiştirelim
Hani diyorlar ya en az üç çocuk en az üç çocuk değil en az otuz dakikanı ayırabilecek çocuk yap. En az üç dakika onun hizasına eğilip gözlerinin içine bakarak onu dinleyecek çocuklar yap. Ebeveyn olmak çocuk yetiştirmek bir sanattır. Sanatını hakkıyla taşıyabileceksen çocuk yap.
Çocukluk yaralarıyla büyüteceksen yeltenme anne baba olmaya, ağız dolusu gülmeyi öğretemeyeceksen, bir toplumda kendini ifade edebilmenin sevincini yaşatamayacaksan, gözleri umutla ayakları inançla yere basamayacaksa yapma çocuk çünkü yara açarsın onun gönlünde yar etmezsin onu bu dünyaya.
Bizim zamanımızda böyle değildi naraları atmayı bırakalım evet değildi ne diyor Hz. Ali çocuklarınızı kendi çağınıza göre büyütün dönüp bakalım bu çağa bizim yaşadığımız çağ gibi mi ? Güven veriyor mu sokaklar, insanlar? O zaman iyisi mi bak onun çocukluğunun penceresinden dünyaya, onun hayatı boyunca vereceği kararlarda çocukluğundan izler taşıyacağını unutmadan…
Kalbini sevgiyle büyüt, korkma sevgi en zararsız duygudur verdikçe şımartmaz aksine insan yapar hem de insanların en yücesi kılar. Bu sözler çocuğun her dediğini onaylama olarak algılanmasın. Sınırların çocuğu özgürleştirdiği unutulmasın, birlikte oturulan yemek masaları, çay bardaklarının etrafında yapılan sohbetler çocuğun kalbine ekilen sevgi tohumları olduğu unutulmasın…
Hüzne gark olmasın yüreğimiz ümitvar olalım önce kendi dairemizi iyileştirip çocuklarımızı o dairelerin o dünyanın içine alalım.
Toplumda türeyen canileri kendi ellerimizle büyütmeyelim. Çocuklarımıza yar olalım, yara açmayalım o körpe zihinlerinde inanın o yaralar ne kadar büyüseler de kabuk tutmuyor…