1950’li yılların başında Ankara Garı, yeni Cumhuriyet nesilleri için adım atma durağıydı. Toprak zengini, ilkeli bir devlet adamı olan Adnan Menderes’in yanında yetişen genç bir Sayın Demirel vardı. Ona inanan, yolunu değiştirmeden istikametini sabit tutmasını sağlayan Demokrat Partili ağabeyleri mevcuttu.

1980’lerde ise Erbakan gerçeği vardı; inandığı değerleri gençlere emanet etmeye hazır, yirmi bir yaşında bir genci koca bir ilçeye teslim edebilecek bir liderdi. 1986–1990 yıllarında ise Başbuğ’un emanet ettiği Ülkü Ocakları gençliği sahnedeydi. Yani, gençlere yol açan, onlara imkân sağlayan, genç nüfusa güven duyan kır saçlı siyasetçiler vardı.

2000’ler Türkiye’sinde ise ne yazık ki koltuklarını korumaya odaklanan, güç odaklarıyla bütünleşmiş, şıklığına ve markasına özen gösteren siyasetçi ve bürokratları da unutmamak gerekir.

Nesillerin başarını sağlayan lokomotifteki ana prensip ise tekâmül eden yapıyı, değişim ve dönüşümle sürdürülebilir kılmaktır. Ancak 2025 Türkiye’sinde aile içi devir teslim anlayışının varlığı açıkça görülürken bunu başarmak neredeyse imkansızdır.

Sinemadan sanata, müzik dünyasından siyasete kadar hiçbir alanda artık okumanın, bilgi birikimin, emeğin ve potansiyelli beyin gücünün kıymeti aranmamaktadır. Kendine ve kendinden olana imkân tanıyan; tükenmesi iktisadi verilerle dahi zor olan sofrayı bir başkasına devretmek istemeyen ahtapot yapı oluşmaktadır.

Peki genç ve dinamik beyinlerin önü kesildikçe mevcut siyaset kısırlaştığında Türkiye’deki siyasete ve bürokrasiye yeltenmek isteyen genç kaptanlar nasıl başarı elde edecektir? İşin açıkçası merak konusu.

Marmara’daki Çınar altında konuşulan Türkiye mi, Konya’nın bir ilçesinde kahvehanede muhafazakâr amcaların öngördüğü Türkiye mi? yoksa Güneydoğu’nun köylerinde yün minderlerde kanaat önderlerinin tahayyül ettiği Türkiye mi? Hangi aklın, hangi vizyonun Türkiye’si var içler acısı doğrusu…

Hülasa;

Apoletin ve toprağın devrettiği değil; vizyonun, prensiplerin ve inancın devrettiği beyinler kazanır.