Hızla gelişen teknoloji dünyayı küçülttü ama üzerinde yaşayan insanlar teknolojiyi kontrollerinden çıkmış durumda gördüklerinde çok şey kaybetmişlerdi.

Şöyle ki, insanlar kendi elleriyle yaptıkları makineler sayesinde hayatlarını kaybetmeye başlamışlar. Aslında kontrollerinden çıkmış demek yanlış oluyor. İnsanlar isterlerse yaptıkları tüm makina ve techizatları bilinçli ve şuurlu bir şekilde kullanarak hayatı daha da güzelleştirebilirler. Teknolojinin insanlığı tehdit etmesinde en önemli etken elbetteki insanın kendisi. Bozulan bir ruh halinin, kişinin muhakeme yeteneğini zayıflattığını biliyoruz. Vücudun merkezi olan beynin deforme olmasına sebep olan psikiyatrik rahatsızlıklar kişiyi türlü türlü tatmin yollarına saptırmakta bu da kişinin kendinden başka insanları hatta büyük toplulukları tehdit etmesine, onların hayatlarına mal olmasına sebep olabilmekte. Örneği; sık sık yaşanan trafik kazaları. Alkolün şuuru giderdiği, duyu organlarını zayıflattığı, akciğere, karaciğere, mideye velhasıl vücudun her zerresine zarar verdiği bilindiği halde insanlar yine de bu illeti içmeye devam etmektedirler. Bu gerçekler bilindiği halde içilen alkol kötü sonuçlarını anında gösteriyor. Trafik kazalarına sebebiyet veren alkol, aileler arasında geçimsizliğe, toplumda huzursuzluğa, cinayetlere ve ırza geçmelere kadar bir çok kötülüğü içen kişiye mübah gösteriyor.

Alkollü iken araç kullanan kişi karşıdan gelen araçla kafa kafaya vurmadan nasıl geçeceğinin hesabını yaparken, aslında çok riskli bir durumla karşı karşıya olduğunu bilmektedir. Ancak şuurunu alıp götüren alkolün etkisiyle kendini bu riske atmaması gerektiğini kabullenememektedir. Yine bir kazaya karışan biri şoför diğeri yaya olan iki sarhoş birbirine anlatıyor. Aracı kullanan sarhoş karşıdan karşıya geçmekte olan yayayı görünce fren yerine gaza basıyor ve ‘kurtarırım’ diyerek yaya olanı bir anda aracın altına alıyor. Hastanede yapılan kontrollerde ikisinin de sarhoş olduğu öğreniliyor ve konuşur durumda olan yaya sarhoş da aynı ifadeyi kullanıyor; ‘aracı gördüm, ben hızlı gidersem kurtarırım dedim’ diyor.

Alkolün beyinde açtığı deformasyonu bir tarafa bırakarak, alkolün tüketilmesine sebep olan faktörleri incelediğimizde işin başında sıkıntıların geldiği gözden kaçmıyor. Yani, kederden içenler çoğunlukta. Az önce de belirttiğim gibi, alkol ile bir teselli bulmaya çalışan kişi, aslında ruhunda bulunan manevi boşluğu doldurmak telaşındadır. Türkiye’de insanların yoksullaştıkça daha fazla alkol tükettiğini kamuoyu araştırmaları da ortaya koymaktadır.

Ruhsal sorunların başlangıç aşaması araştırıldığında temeli çok küçük yaşlara kadar uzanan bağlar ortaya çıkmakta. Kişinin aile ortamında bulmak isteyipte bulamadığı şefkatten tutun da, ekonomik olarak ulaşamadığı seviye ve duygusal ilişkiler de ruhsal dengenin bozulmasına sebep olabiliyor. Toplumların dini inançları güçlü olan kesimlerinde daha az görülen intihar olayları ve psikolojik vakalar kişilerin bir takım inanışlarla ruhsal dengelerini koruduklarının bir kanıtı olsa gerek. Batılıların psikolojik sorunu olan kişiye ‘mozart’ı dinlettiği zamanda, müslümanlar ruhu sıkılan kişiye Kur’an okumasını tavsiye etmişlerdir. Her iki durumda da kişilerin duydukları sesler ile rahatladığı gözlenmektedir.

Din ile tıbbın birbirinden kopmasından kaynaklanan sorunla psikolojik rahatsızlıkların tanımı da zorlaşmaktadır. Bir inanış ve kabul olan din ile fiziki müdahaleyi-maddeyi öne süren tıbbın belli noktalarda birbirine tezat oluşturması psikolojik vakaların tedavi sürecini uzatmakta. Ruh sağlığı bozulan kişi türlü türlü şekiller gördüğünden, bazı sesler duyduğundan bahsederken  olaganüstü bir durumla karşı karşıya kaldığına kanaat getirerek otokontrol sistemini kaybeder hale gelmekte, bu da toplumda cin çarpması veya delirme olarak isimlendirilmektedir.

Ruh sağlığı bozulan kişi için modern tıbbın tarifi ise, bilgilerin depolandığı birim olan beynin, bilinçaltında oluşan sorunlara karşı hem kendini korumaya çalışması hemde sorunların fiziki yapıya etki ederek bir takım maddelerin salgısını kesmesi sebebiyle kişinin bazı rahatsızlıklarla karşı karşıya kalmasına sebep olması olarak açıklanıyor. Yine modern tıp, böyle vakaların beyinde depolanmış objeleri hayal ile gördüğünü, sesler duyduğunu inkar etmiyor. Ancak, bunlar cinlerden veya bilinmeyen yaratıklardan değil tamamen kişinin bilinçaltında oluşmuş bilgilerden kaynaklandığını ifade ediyor.

 

BİLMİYORSAN CİNDİR

Çoğumuzun lise öğrenimi sırasında kavradığı şartlanma ve takıntı olgusu psikolojik sorunların başlamasına yol açan en önemli iki unsuru oluşturuyor.

Psikolojik sorunların tedavi edilmesinde ise kullanılan metodlar ikiye ayrılıyor.

Biri var olduğu iddia edilen ve psikolojik rahatsızlığı olan kişilere cinlerin musallat olduğu saçmalığı bildirilen, geçmişi ilkelliğe dayanan çağdışı tedavi yöntemleri. Bu tedavi yöntemi sadece islamiyet çerçevesinde yer alan günümüz sözde din adamlarının tedavi yöntemleri değil. Çok eski zamanlarda bile, Budistler, Hindular, Hristiyanlar ve bazı düşünce ekolleri ruhsal hastalıkları bazı yöntemlerle tedavi etme çabası içine girmişlerdir. Başarılı olanlar elbette vardı. Ama bu başarı kesinlikle keramet veya ilahi bir kaynaklı değildi. Ancak dini kimliğe sahip kişilerin uyguladığı bu yöntemler kişiye baskı yapma, korkutma, uyarma, tecrit etme şekliyle beynin şoke edilmesi suretiyle eski fonksiyonuna kavuşturulmasını sağlamaktan başka birşey değildi. Bu tedavi yöntemleri zamanla islam dinine de girmiş ve din adamları böyle vakaları hasta olarak değerlendirmek yerine cinlerin musallat olduğu kişiler olarak tanımlamışlardır. Cinlerin varlığına inanç gereği inanan islam toplumları da din adamlarının saygınlığından ötürü onların yanlış bir şey yapmayacağına kanaat getirerek hastayı iyileştirecek çareyi onlarda aramışlardır.

Günümüzde müslüman kişilerin tıp alanında ilerlemesiyle ortaya çıkan bir gerçek meseleyi daha da aydınlatmaktadır. İslam inancına sahip kişiler dini tedavi diye izah edilebilecek olan bu tedavi yöntemini inkar etmemekle birlikte bazı yanlış uygulamaların hastayı daha da hasta edeceğine, iyileşme sürecinin uzamasına sebep olabileceğine işaret etmektedirler. Tıbbın bilinçaltından kaynaklanan obje ve sesler diye ifade ettiği rahatsızlık belirtilerine dini tedavi uygulayan kişiler cinler ve periler demişlerdir. Ve tıbbın gelişmesiyle birlikte daha da aşikar olan bir sonuç artaya çıkmakta. Bu da psikolojik dengesi bozulan kişinin verilecek ilaçlarla rahatlatılabileceği, beyinin salgı sistemlerini harekete geçirerek hastanın normal şartlarına dönerek duyduğunu veya gördüğünü söylediği şeylerin yok olduğunu kanıtlamıştır. Verilen bu ilaçların içeriği ise çoğunlukla hidroklorür kökenli bazı maddeler olduğu gözönünde tutulursa basedilen rahatsızlıkların tamamen bir takım salgıların eksikliğinden kaynaklandığı kesinleşmektedir.   

Sonuç olarak; modern tıbbın varacağı kanı, psikolojik rahatsızlıkların başlama aşaması yıllar öncesine dayanmakta ve biriken sorunlar bir noktadan sonra sinir sistemini zedeleyerek rahatsızlığın ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Tedavisi mümkün olan bu hastalıklarda, ilk müdahale ilaçlarla sağlanırken sonraki aşamalarda uygulanan terapiler, ve huzurlu bir ortamın sağlanması hastalığı tamamen bitirebiliyor.

Günümüzün en büyük sorunu olan ve basitçe stres dediğimiz ruhsal sıkıntıların giderilmesinde en önemli etken elbetteki her bakımdan huzurlu bir toplumdur. Beş duyunun haricinde olan bir duyunç olan  düşünsel sistemimizin korunması için vazgeçilmez olan huzur nerede ise insanoğlunun sağlıklı yaşamı da oradadır. Madem ki, hepimiz bulundumuz yerde yaşıyoruz. O zaman hayatımızı daha mutlu kılacak ortamları oluşturmak için çalışmalı ve ulaşamadığımız emellerimiz için asla takıntı yapmamalıyız.