Bir ustam vardı zamanında. "Yalakalığı hiç sevmem, ama bana yapılınca çok hoşuma gidiyor" derdi. Gülünç değil mi sizce de? Şikâyet bunun gibi her alanda, her konuda yapılıyor. İşin garibi şu ki şikâyet ettiğimiz ne varsa başrolünde buluyoruz kendimizi.

Her şeyden şikâyetçi olan insanlara asla katlanamıyorum. Diğerlerini eleştirirken, şikâyet ederken insan biraz da ben kimim deyip dönüp kendisine bakmalı. Neleri yanlış yaptım, nasıl düzeltebilirim bazı şeyleri diye düşünmeli. Birilerini suçlamak, durmadan bir şeylerden şikâyetçi olmak insanın kendi hataları ile yüzleşmesini imkânsız kılar çünkü. Sahip olduğumuz her şey en güzel, en büyük olsun isteriz; evimiz, eşimiz, arabamız, cüzdanımız; sonra da herkesin egosu çok büyük diye şikâyet ederiz.Will Bowen, Şikâyet Özgür Dünya kitabında şikâyet etmenin başlıca kullanım sebeplerini şu başlıklar altında topluyor:

*Konuşma/sohbet başlatmak veya arkadaşlık kurmak

İnsanlar şikâyet mekanizmasını birbirleriyle ilişki kurmak için kullanırlar. Asansör gibi kapalı bir alanda ya da uzun bir otobüs yolculuğunda yanımızda oturan yolcuyla çoğumuz konuşma başlatmak için bir yol ararız. Bunu nasıl yaparız? "Bugün gerçekten çok sıcak!" benzeri bir cümle ile hava durumu hakkında şikâyet ederiz.

*Sorumluluktan çekinip harekete geçmekten kaçmak

Sizin de başınıza gelmiştir. Birisi gelir yanınıza ve bir sorundan dolayı şikâyet etmeye başlar. Makul bir çözüm önerseniz dahi, önerinizde hata bulur ve bu konuda da şikâyet eder! Amaç aslında "Çok fazla sorun var ve hiçbir çözüm yok!" yalanına kendisini inandırmak ve çözüm için harekete geçmekten kaçınmaktır.

*Üstünlüğünü göstermek, övünmek

"İnsanların araba sürerken sinyalleri kullanmamalarından nefret ediyorum!" veya "İnsanlar olması gerektiği gibi sürmüyorlar araçlarını!" benzeri şikâyetler aslında şikâyetçinin diğerlerinden daha iyi olduğunu ima eden üstünlük çığlıklarıdır.

*Başkalarını kontrol etmek/yönlendirmek

Şikâyet mekanizması, başkalarının sadakatlerini değiştirmeye teşvik etmenin bir yolu olarak da kullanılır. Örneğin: "Onu dinleme. Fikirleri çok basit ve yersiz." Bu tür şikâyetlerden oluşan karışıklık ve karalama kampanyalarına kurumsal hayattan siyasete her alanda rastlayabilirsiniz. Amaç burada, kişinin bakış açısını değiştirmesini, onu kontrol etmeyi sağlamaktır.

*Kötü sonuçlar için bahane oluşturmak

Western Carolina Üniversitesi Psikoloji Bölümü'nden Kowalski, birçok şikâyetin kendini savunma güdüsü için dile getirildiğine inanıyor. Örneğin, işe geç kalındığında trafikten şikâyet etmek, gecikmenizi haklı çıkarmanın bir yolu olabiliyor. Ya da bir eş, kocasına "Bütün gün çok yoğundum!" diyerek, doğum gününü kutlaması için eşinin annesini aramayı unuttuğunu örtbas edebiliyor.

En acı olanı da insanın durmadan kendisinden şikâyetçi olmasıdır. Sadece kendine etmiş olacaksın çünkü. Bir ömür kendini paralasan da sorunlar, dertler, istekler asla tükenmeyecektir. "Kendi bilgisizliğini örtbas etmek için en etkili çare başkalarının bilgisizliğinden yüksek sesle şikâyet etmektir" diyor Cenap Şahabettin. Katılmamak elde değil. Artık bilgisizliği bastırmak için değil, beceriksizliği, ahlaksızlığı da örtbas etmek için her şeyden şikâyetçi olur hale geldik. Herkes birbirinden şikâyetçi lakin kimse kendisinin aile içinde, sosyal ilişkilerinde, işinde ne kadar iyi, ahlaklı, fedakâr vb. olup olmadığını düşünmüyor.

Kendimize sormalıyız: "Ben nasıl bir insanım? Nasıl bir babayım? Nasıl bir evladım? İşimi sağlam yapabiliyor muyum? Liyakatli miyim? Sözümün eri miyim? Maaşımın hakkını verebiliyor muyum? Kul hakkına dikkat ediyor muyum?" vb.
Ne yazık ki ahlaklı olmak artık meziyet olmaktan çıkıyor yavaş yavaş. Hırsın, tamahın kölesi haline geliyoruz. Bencil olmaktan rahatsızlık duymuyoruz. Kanaat kalmadığı gibi, bereketi de azaltıyoruz. Neredeyse birbirimizden nefret eder hale geliyoruz. İbadetler artıyor ama insan ilişkilerimizde İslam'ın emir ve tavsiyelerinden de bir o kadar uzaklaşıyor, rahatlıkla kul hakkına girebiliyoruz. Halbuki İslam, Allah ile kul arasındaki ilişkinin çerçevesini rutin ibadetlerle sınırlamaz. Diğer bireyler ile olan ilişkilerimizi ancak sevgi ve saygı çerçevesinde şekillendirdiğimizde ve bunu ibadetlerimiz ile birleştirdiğimizde iyi insan olunabilir, hayat daha yaşanılabilir bir hal alır. Yeri geliyor insanlardan bunalıyoruz, kimseyi göresimiz gelmiyor. Ama bir şeyden şikâyet edebilmek için bile bir insan gerekiyor. Öyle bir ikilem bu.

Sızlanmak insanın doğasında var. Araştırmalar, sıradan bir diyalogda bile her iki tarafın da her zaman bir şikâyette bulunduğunu gösteriyor. Three Simple Steps'in yazarı Traver Blake bu durumu şu cümleler ile doğruluyor: "İnsanları, ortak bir memnuniyetsizlikten daha etkili şekilde bir arada tutan bir şey yoktur." Fakat tüm bu şikâyet etmelerin bir bedeli var elbet. Biz mızmızlandıkça stres hormonları salgılanıyor ve beynimizin bilişsel fonksiyonlarının gerçekleştiği alanlarda bulunan sinirsel bağlantılar zarar görüyor. Bu durum, başka birisinin şikâyetlerini dinlediğimiz zaman için de geçerli üstelik. Bir nevi pasif içicilik gibi. Gerçi, bazen de içimizi döküp şöyle bir rahatlamak istiyoruz. Kesinlikle işe yarıyor bu durum, değil mi? Yapılan bir çalışma, duygularımızı içimize atmanın insan ömrünü ortalama iki yıl kadar kısalttığı gösteriyor. Karar sizin.

Sürekli şikâyet halinde olan, mızmız bir tip olmamak için:

* Çok sevin. En çok da kendinizi sevin. İnsanları, tüm canlıları, yaşamı sevin. Tolstoy'un da dediği gibi çünkü: "Hiçbir zaman, hiç kimse çok fazla sevildiği için şikâyet etmemiştir."
Sürekli şikâyet eden insanlarla aranıza mesafe koyun. Şikâyetinizi çözüme dönüştürün.

"Ama + Olumlu ifade" kullanın. Şikâyet ettiğiniz konu her neyse sonuna bir "ama" ekleyin ve olumlu bir durum ile destekleyin: "İşe gitmek için erken kalkmayı sevmiyorum, ama bir işim olduğu için yine de müteşekkirim."

* Yaptıklarınızı bir "zorunluluk" değil, "gereklilik" gibi görmeye çalışın. "Çocukları okuldan yine ben almak zorundayım" yerine "Çocukları okuldan almam gerek" diyebilirsiniz mesela.

                  "Eğer"

*"Eğer, bütün etrafındakiler panik içine düştüğü ve bunun sebebini senden bildikleri zaman sen başını dik tutabilir ve sağduyunu kaybetmezsen,

*Eğer sana kimse güvenmezken sen kendine güvenir ve onların güvenmemesini de haklı görebilirsen,

*Eğer beklemesini bilir ve beklemekten de yorulmazsan veya hakkında yalan söylenir de sen yalanla iş görmezsen ya da senden nefret edilir de kendini nefrete kaptırmazsan, bütün bunlarla beraber ne çok iyi ne de çok akıllı görünmezsen,

*Eğer hayal edebilir de hayallerine esir olmazsan,

*Eğer düşünebilip de düşüncelerini amaç edinebilirsen,

*Eğer zafer ve yenilgi ile karşılaşır ve bu iki hokkabaza aynı şekilde davranabilirsen,

*Eğer ağzından çıkan bir gerçeğin bazı alçaklar tarafından ahmaklara tuzak kurmak için eğilip bükülmesine katlanabilirsen ya da ömrünü verdiğin şeylerin bir gün başına yıkıldığını görür ve eğilip yıpranmış aletlerle onları
yeniden yapabilirsen,

*Eğer bütün kazancını bir yığın yapabilir ve yazı-tura oyununda hepsini tehlikeye atabilirsen ve kaybedip yeniden başlayabilir ve kaybın hakkında bir kerecik olsun bir şey söylemezsen,

*Eğer kalp, sinir ve kaslarını eskidikten çok sonra bile işine yaramaya zorlayabilirsen ve kendinde 'Dayan!' diyen bir iradeden başka bir güç kalmadığı zaman dayanabilirsen, Eğer kalabalıklarda konuşup onurunu koruyabilirsen ya da krallarla gezip karakterini kaybetmezsen,

*Eğer düşmanların da sevgili dostların da seni incitmezse,

*Eğer aşırıya kaçmadan tüm insanları sevebilirsen,

*Eğer bir daha dönmeyecek olan dakikayı, altmış saniyede
koşarak doldurabilirsen,
Yeryüzü ve üstündekiler senindir.
Ve dahası

    "sen bir İNSAN olursun ..."